4.4.2.4. Müellef-i Kulûb


Gönülleri İslâm’a ısındırılan ve pekleştirilen kimseler demektir. Beytülmal bütçesinin masraf kısmına ait sekiz maddeden birisini de bu müellef-i kulûb teşkil ediyordu.

Müellef-i kulûb, rüesâ-yi Kureyş ve sanâdîd-i Arab’dan bazı kimselerdir ki, Ebû Süfyân ibn-i Harb, Safvan ibn-i Ümeyye, Uyeyne ibn-i Hısn-i Fizârî, Ekra’ ibn-i Hâbis, Abbas ibn-i Mirdas, Mâlik ibn-i Avf onlardandır. Bunlar, kendi kavimleri arasında nüfuz, kuvvet, şevket ve etbâ-ı kesire sahibi idiler. Bazıları hakikaten Müslüman olmuştu. Bazıları zâhiren Müslüman olup hakikatte münafıklar zümresinde dâhil bulunuyordu. Üçüncü bir kısmı da küffâr-ı müsâlimîn idiler. Resûlullah (sav) bunlara sadakadan hisse verirdi. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin bu hüsnü muamelesinin pek büyük tesiri görülmüştü. Ve hakikaten bunların pek çoğu bilâhare dini bütün Müslüman olmuşlardı. İslâm’a teşvik ve İslâm’a kalbleri ısınsın gayesinde matuf olarak verilen sadakaların bazı küffâr-ı müsâlimîne de zekât-ı Müslimînden bir hisse verilmesi, Müslümanlara isabeti muhtemel olan mazarratlarını def-ü tahfif için idi.

İrtihâl-i Peygamberî’den sonra bunların zekâttan hisselerinin verilip verilmemesi hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. İslâmiyet’in kendi nüfuzlarından istifadesi matlûb bulunan veya mazarrat kelimesi melhuz olan kimselerin te’lîf-i kulûbü için beytülmalden hisse verilebilir mi, verilemez mi? Bu cihet, ulemâ arasında mühim tetkik zemini olmuştur. Umûmiyetle İslâm âlimleri bunlara hisse ayrılması infisah etmiştir, ictihâdında bulunmuşlardır. Ne sadr-ı İslâm’da verilmiştir ve ne de kurûn-ı müteakıbede verilmesi câizdir, demişlerdir. İmâm Şafii’in iki reyinden birisi budur. Bir kısım ulemâ da müellefe-i kulûb hissesi nassın muktezası vechile bâkidir. Böyle bir lüzum hâlinde verilebilir, demişlerdir. İmâm Şafii’den mervi olan ikinci bir kavil de böyledir. Sahih olan ictihâd, cumhur-ı ulemânın ictihâdıdır. Çünkü bu bâbda Ashab’ın icmâı vardır. İrtihâl-i Nebevî’den sonra Ebû Bekir ile Ömer (ra) bunlara hisselerini vermediler. Ashab’dan hiçbirisi de Şeyhayn’e karşı hayır, verilmelidir, demedi. Bu sûretle müellefe-i kulûbün zekât hissesinden mahrumiyeti hakkında icmâ mün’akid oldu. O gün Müslümanlar zaifti, kemiyeti azdı. Bunlar ise kavi idi, çokluk arzediyorlardı. Bu sebepten Müslümanları bu azgınların sultasından korumak için bu ilâhi tedbir alınmıştı. Sebebin zeval ve intihâsıyla hüküm de zâil ve müntehî oluyor. Maksud, Müslümanların çoğalıp hâkim olması idi ki, el-hamdu lillah o da vücud bulmuştu.