4.3. ÖŞÜR BAHSİ


4.3.1. Zekât-ı Öşür

Hurma, üzüm hububat gibi mahsulât-ı arziyyenin nisab-ı zekâtı emrolunmuş olup beş veskten ibarettir. (Vesk aslında bir şeyi toplayıp, yüklenmek mânasındadır.) Deve, katır, merkep yüküne de vesk denir. Beş vesk kesirsiz olarak 1000 kilo ve eski okka ile 780 okka eder. Bir sâ’ 1040 dirhemdir.

5 vesk x 60 sâ’=300 sâ’ x 1040 dirhem=312.000 ÷ 312=1000 kilo
5 vesk x 60 sâ’=300 sâ’ x 1040 dirhem=312.000 ÷ 400=780 okka

Şafii, Ebû Yusuf, Muhammed’e göre; meyve ve hububat beş veska, yani 1000 kiloya bâliğ olmadıkça zekât, yani öşür lâzım gelmez. İmâm Ebû Hanife ise öşür için böyle bir nisab şartını kabul etmemiştir. Mahsulât-ı arziyyenin azından da, çoğundan da zekât, öşür lâzım gelir, demiştir ve bu mahsulâtın iskâ’ ile meydana gelmesi yahut yağmur veya nehir suyu ile idrak etmiş olması arasında da bir fark görmemiştir. Ebû Hanife Hazretlerine göre mahsulât-ı arziyyenin öşre tâbi olması için o mahsulde beka da şart değildir. Yeşil mahsuller de öşre tâbidir. İmâmeyn’e göre, mahsulâtın bir zaman-ı havl devam eden nev’inden öşür lâzım gelir. Tuhfe’de İmâm-ı A’zam’ın ictihâdı, sahih olarak tespit edilmiştir.

Ebû Hanife mahsulâtın öşre tâbi olması için havelân-i havli de şart kılmamıştır. Senede iki mahsul verebilen arazinin her mahsulünden öşrü alınır, demiştir. Sahib-i mezhebe göre, öşür ibâdet değildir. Belki bir meûnettir; öşürde yerin ücreti ve kirası mânası vardır. Bunun için vergiyi vermekten imtina eden kimseden devletin cebren almak hakkı vardır. Ölürse, devlet müteveffânın terekesinden alır.

Öşür için zekât gibi âkıl, bulûğ, hürriyet de şart değildir. Sağîrin, mecnunun, mukâtebin mahsulât-i arziyyesinden, hatta vakıftan öşür alınır. Ebû Hanife Hazretleri yalnız kasab-ı Fârisî denilen kalem kamışı gibi boğumu ve ünbûbu olan nebâtı, odunu, kuru otu, samanı öşürden istisna etmiştir. Eimme-i Mâlikîyye’den İbni’l-Arâbî de: “Ebû Hanife’nin mezhebi, mezheblerin en kuvvetlisidir, fukara için en muvafıkıdır.” demiştir.

Bazı fukahâmız da sahib-i mezhebin bu bâbda istinâd ettiği deliller arasında: “Ey mü’minler! Kazancınızın helâlinden ve yerden sizin menâfiiniz için ihraç ve idrak ettiğimiz mahsullerden infak ediniz!” (Sûre-i Bakara Âyet: 267) meâlindeki âyet-i kerime ile “Mahsulün hakkını, öşrünü hasad zamanı veriniz!” (Sûre-i En’âm Âyet: 141) meâlindeki diğer bir âyet-i kerimenin umûm ve şümulünü de irâd etmişlerdir.

Bu hususta iki faide bahşedilmiştir:

1- Vücûb-ı zekât, şu tahdid ve tayin edilen mekâdir-i eşyadadır.
2- Bunların mâdûnunda zekât vâcib değildir. İşte bu iki noktada beyne’l-Müslimîn ihtilâf eden yoktur.

İbn-i Ömer hadisi vechile, “Yağmur ve nehir suyu ile havuz gibi çukurda müterâkim su ile sulanarak idrak eden mahsulât-ı arziyyede tam öşür, iskâ’ ameliyesiyle yetiştirilen mahsulâtta ise nısıf öşür vardır.” emr-i Muhammediyye’ye göre öşür verilir.

Umûmiyetle fıkıh kitaplarında muharrer olduğu üzere, İmâm-ı A’zam Hazretlerine göre deyn üç kısımdır:

1- Deyn-i Kavi: Bir kimseye karzen verilen nukuddur. Yahut ticaret için icâr edilen han, dükkân gibi akarât icâr bedelleriyle ticaret mallarının bedeli olarak başkasının zimmetinde bulunan borçtur. Bu alacak üzerinden bir sene geçerse zekât farz olur. Fakat bu farz, fevrî bir farz değildir. Tahsil olundukça tahsil olunan miktarının zekâtı verilir. En aşağı 40 dirhemi tahsil edilinceye kadar zekât tehir edilir. Kırkta biri verilir.

2- Deyn-i Vasat: Ticaret için olmayan ve sahibinin yedinde bir sene yılladığı hâlde zekât icâb etmeyen emval bedelidir. Nafaka için at’ime bedeli, ticaret için olmayan ev, akar ve sâir emlâk ücreti olarak âharin zimmetinde bulunan deyndir. Bu deynler, vasat nisaba bâliğ olunca ve yıllandığı anda zekât farz olur. Zekât, en az 200 dirhem tahsil edilmedikçe tehir edilir.

3- Deyn-i Zaif: İrs, vasiyet, mehir, diyet gibi bir mal mukabili olmayarak temellük olunan düyûndur. Nisaba bâliğ olursa zekât lâzım gelir. Ancak edâsı tehir edilir. 200 dirhem kabzedip üzerinden bir yıl geçmedikçe zekât verilmez.

NOT: Bu mesâil-i mezkûre ancak başkasının zimmetinde alacağı olup da ondan başka serveti olmayan kimselere mahsustur. Bu zimemden başka malı olan kimse için zimemden tahsil ettiği miktarı, sene ortasında bir kazanç gibi mevcut servetine zam ederek hepsinden birlikte zekât vermek icâb eder.

Şafiiyye’ye göre; birisinin diğer bir kimseden alacağı olup da üzerinden bir sene mürur ettiği ve medyûn borcunu ödeyecek derecede zengin ve muteber olduğu hâlde borcunu inkâr etmezse, bu zimmet vedia hükmünde olup bir sene mürurunda -ister tahsil ve kabz etsin, ister etmesin- dâyine, zekâtını tâcil edip vermek vâcibdir. Evrak-ı nakdiyenin de bu sûretle her sene zekâtını fevrî olarak vermek vâcib olur.