4.2.3. Emval-i Zekâtın Zammı ve Kıymetle Alâkası
Emval-i zekât ki, şeriat örfünde nukud ile urûza ıtlâk olunur. Urûz da ticaret metaıdır (malıdır). Bunları, yani altın, gümüş ticaret metaından birisini nisabı tamamlamak için diğerine ilâve etmeye zam denilir. Cumhur-ı ulemâ zam meselesinin esasında ittifak edip yalnız bu zam hususunda vezne mi, yoksa kıymete mi itibar etmelidir, bu noktada ihtilâf etmişlerdir.
İmâm Mâlik vezne itibar etmiştir. Birisinin cüz’ü öbürüsüne zam olunur. Ve zam hususunda bir dinar on dirhem itibar edilir, demiştir.
Eimme-i Hanefiyye kıymeti iltizam etmişlerdir ve nisabı tamamlamak için altın, gümüş, ticaret metaının birbirine zam edilmesine kıymet esasını kabul ederek hükmetmişlerdir. Mesela 100 dirhem gümüş ile 100 dirhem gümüş kıymetinde 10 miskal altına mâlik olan kimseye eimme-i selâse-i Hanefiyye zekât vâcibdir, demişlerdir. Sahib-i mezheb İmâm-ı A’zam ise, tilmizlerinden daha ziyade kıymetçi olup 50 dirhem gümüş ile 150 dirhem gümüş kıymetinde 10 miskal altına mâlik olan kimseye bunların mecmûu eczâ cihetiyle bu nisaba bâliğ olmadığı hâlde İmâm-ı A’zam zekâtın vâcib olduğunu kabul etmiştir. İmâmeyn ise eczâ-i nisaba bakarak zekât vâcib değildir, demişlerdir. İmâm Züfer’e göre altın ve gümüşün zekât verildiği zamanki kıymet-i câriyesi muteberdir. İmâm Muhammed’in de ictihâdı budur. Kıymete ehemmiyet vererek fukara menfaatine uygun olarak kabul etmiştir; kıymetçiliğe münâfi değildir. İmâm Ebû Hanife ile Ebû Yusuf’a göre, edâ edilen miktarın kıymeti değil vezni muteberdir. Bu ihtilâfı fukahâ şu misallerle tasvir etmişlerdir:
1- Temiz ve hâlis gümüşten 5 dirhem zekâtı tahakkuk eden bir sahib-i mal, bunu hâlis 4 dirhem kıymetinde züyuf ve mağşuş 5 dirhem edâ etse, vezne itibar eden İmâmeyn’e göre câizdir. İmâm Züfer’le İmâm Muhammed’e göre câiz değildir.
2- Mağşuş 5 dirhem yerine kıymeti bu miktarını tutan hâlis 4 dirhem verse, yalnız İmâm Züfer’e göre câizdir.
3- 200 dirhem vezninde, fakat sınâati cihetiyle 300 dirhem değeri olan gümüş bir ibrik sahibi, bu malının zekâtını aynen gümüş olarak edâ etmek isterse, rubu öşür, yani kırkta bir olarak 7,5 dirhem kıymetinde 5 dirhem zekât vermek muktezi iken 5 dirhem kıymetinde 5 dirhem verse, İmâmeyn’e göre câizdir. Züfer’le Muhammed’e göre câiz değildir. Meğerki sahib-i mal bu 5 dirhemden başka 2,5 dirhem daha vere. Bu ibriğin zekâtını hilâf-ı cinsi ile takvim ederek edâ ederse bi’l-icmâ kıymet muteberdir.
İmâm-ı A’zam’a göre kıymetine göre nisaba mâlikiyet zuhur eder. İmâmeyn’e göre eczâ-i nisab esastır; vezin (miktar) esastır. 100 dirhem gümüş ile 50 dirhem gümüş kıymetindeki 5 miskal altında zekât vâcib olmadığında da icmâ vardır. Çünkü bu meseleden ne kıymet itibarıyla, ne eczâ cihetiyle nisab tekemmül edememiştir. Eimme-i Hanefiyye’miz ikmâl-i nisab için altın ile gümüşten birisinde münferiden kıymet muteber olmadığında da ittifak etmişlerdir. Mesela 100 dirhem vezninde bir ibrik, kıymet-i sınâiyyesi cihetiyle 200 dirhem değerinde olsa, kıymeti itibarıyla bi’l-icmâ zekât lâzım gelmez. Yine böyle 10 miskal vezninde bir altın tabak, kıymet-i sınâiyyesi cihetiyle 200 dirhem değerinde olsa, bi’l-icmâ kıymet-i cihetiyle zekât lâzım gelmez.
Buraya kadar zamma dâir takrir ettiğimiz meseleler, gümüş ile altından her biri ayrı ayrı nisaba bâliğ olmadığı ve birinin diğerine zammı ile ikmâl-i nisab edildiği sûrete aittir. Fakat bunlardan her biri nisabı tam olup, nisab üzerine zâid olmazsa, zam vâcib olmayıp her birisinden ayrı ayrı zekât verilir. Birisini diğerine zam ile hepsini gümüşten veyahut altından vermekte de Hanefi mezhebinde beis yoktur. Yalnız revac itibarıyla fukara hakkında nâfi’ olan maden ile takvim olunur.
Zam meselesinde mühim bir cihet de urûzun, yani ticaret metaının semeneyn, yani dirhem ve dinar ile takvim ve zam edilerek nisabın ikmâlidir.
Tarihler boyu her milletin kendine mahsus mübadele vasıtası olarak nakit paraları vardı. Kimi bakır, kimi kalay, kimi boncuk kullanmışlardır. Gümüşün ilk defa para olarak istimâli Milâttan evvel 269 tarihinde Roma’da vuku bulmuştur. Altının nakit olarak ilk istimâl edildiği yer de Mısır’dır. Altın ve gümüş Kudret-i Fâtıra’nın sınâat-ı nukud için yarattığı en elverişli en değerli iki madendir. Bu cihetle şeriatimiz -bazı husûsi hâller istisna olmak üzere- bu madenlerin sebeb-i hilkatleri haricinde kullanılmalarını haram kılmıştır. Altın ve gümüşün kesretle tedavülü, ancak Amerika’nın keşfinden ve Meksika, Kaliforniya, Avustralya madenleri işletilerek beşeriyetin aç gözü doyurulmağa çalışıldığı onyedinci asr-ı Milâdiden itibaren başlamıştır.