4.2.14. Dirhemlerin Tağşişi
Müslim Sahih’inde Kitab-ı İman’da Ebû Hüreyre’den (ra) “Kim ki, bize hile ve hiyânet ederse, o bizden değildir.” hadisini rivâyet eder. Hadis-i şerif Müslim’in rivâyetinde “Kim ki, bize silah çekerse, o bizden değildir.” fıkrasıyla başlar. Taberânî’nin ve Ebû Nuaym’in Abdullah ibn-i Mesud’dan (ra) rivâyetlerinde ve hadisin nihayetinde “Hile ve hud’a sahipleri cehennemdedir.” ziyadesi vardır.
Mağşûş dirhem olsun, külçe veya emsali olsun zekât ve nisab hesabında bu mağşûşelerin ihtiva ettikleri gümüş miktarı mı, yoksa piyasadaki revacı mı nazar-ı itibara alınmalıdır? İşte İslâm âlimleri için bunlar en ehemmiyetli birer tetkik zemini olmuştur.
İmâm Mâlik bu bâbda bir mağşûşenin gışşi, hâlis ayardaki paranın kıymetinden noksan olmayacak derecede bulunup da kendisine dirhem, dinar ıtlâk olunur ve piyasada esmân-i hâlisa gibi revaçta bulunursa zekât lâzım gelir. Bu evsafı hâiz olmazsa, mağşûş paradaki gümüş ve altın miktarı ba’de’t-tasfiye iki yüz dirhem gümüşe veyahut yirmi miskal altına bâliğ olursa, yine zekât lâzım gelir. Vezni noksan olan esmân için de İmâm Mâlik bir iki habbe kadarı mafüvdür, demiştir.
İmâm Ebû Hanife: İmâm A’zam ile Sahibeynine göre derâhim-i mağşûşede gümüş galib olursa, gümüş ve hâlis dirhem hükmündedir. Eğer madde-i mağşûşe galib ise, bu da ticaret metaı hükmünde olup kıymetinin nisaba bâliğ olması muteberdir. Binâenaleyh gışşi galib olan mağşûşede zekât iki sûretle tahakkuk ediyor:
1- Bu mağşûşedeki gümüşün ikiyüz dirheme bâliğ olması.
2- Kasd-i ticarete makrûn bir meta-ı ticaret olup madrub iki yüz dirhem gümüş kıymetinde bulunması.
Derâhim-i mağşûşede gümüş galib olursa, gümüş hükmündedir. Eğer bakır gibi madde-i ecnebiye galib olursa, o mağşûşe ya semen-i rayiçtir veyahut meta-ı ticarettir. Her iki sûrette bu mağşûşenin kıymeti nazar-ı itibara alınır. Eğer mağşûşenin kıymeti, gümüşü galib olan derâhim-i müteârefe ile nisaba bâliğ olursa, bu mağşûşeden zekât vermek vâcib olur. Nisaba bâliğ olmazsa, zekât da lâzım gelmez. Eğer bu mağşûşe ne semen-i rayiç ve ne de meta-ı ticaret değilse, ikiyüz dirhem miktarı gümüşü ihtiva etmedikçe zekât lâzım gelmez. Eğer gümüş, mevadd-ı mağşûşeden bi’t-tahlil tefrik olunduğunda ikiyüz dirhem derecesinde çok tahmin edilirse, zekât lâzım gelir. Ve bu sûrette o mağşûşede kasd-i ticaret de aranmaz. Mağşûşedeki gümüş miktarı tahlîl ve tefrîka değmeyecek derecede az olursa, zekât lâzım gelmez; ondaki gümüş müstehliktir.
Muhtac-ı izah bir cihet kalmıştır ki, gümüş veya altın ile mevadd-ı ecnebiyeden bir madenin müsavi miktarda mağşûş olanları, böyle müsavi miktarda mağşûş olan dirhem ve dinarın ve sûret-i mutlakada mahlût altın ve gümüş külçelerin tayin-i ahkâmında fukahâ ihtilâf etmişlerdir. Hanefiyye’de, Hulâsa’da ihtiyaten zekâtın vücûbu ciheti ihtiyar edilmiştir.
Buraya kadar gümüşün veyahut altının bakır gibi bir ecnebi maden ile mağşûş olanları izah edilmiştir. Gümüş ile altın birbiriyle mağşûş olursa bu da bervech-i âti tafsile tâbidir: Eğer gümüş mağlûb olursa; altın, kıymeti cihetiyle gümüşten aziz ve gâlî bir maden olduğu için bu nev’i mağşûşenin hepsi altın addolunur. Eğer gümüş galib olursa bu sûrette bakılır: Eğer mağşûşedeki altın miktarı kendi nisabı olan yirmi miskale bâliğ olursa, bu mağşûşeden altın zekâtı verilir. Eğer gümüş miktarı kendi nisabı olan ikiyüz dirheme bâliğ olursa, bundan da gümüş zekâtı verilir.
Fukahâ zekât bâbında iki nehc-i ilmi takip etmişlerdir. Birisi vezin nehci, diğeri örfe itibar tariki. Adedle verilen zekâtın rubu öşürden noksan olmaması şartını kâfi görmüşlerdir. Şu kadar ki, ihtilâf-ı zaman ve mekân ile birçoklarının vezinleri, sâfiyetleri bozulmuştur. Bu cihetle her yerin kendi vezni ve kendi dirhemi muteberdir, düsturunu kabul etmişlerdir.