4.1. ZEKÂT MEVZUU
4.1.1. Zekât Hakkında İzahat
Buharî Hadis No: 686- Nebi’nin (sav) Muâz (ibn-i Cebel)’i Yemen’e (vali ve kadı) gönderirken şöyle buyurduğu İbn-i Abbas’tan (ra) rivâyet edilmiştir:
“Ey Muâz! Yemenlileri (ibtidâ) Allah’tan başka ibâdete layık bir ma’bud (ilâh) olmadığını ve benim de Allah’ın peygamberi olduğumu bilmeye ve tanımaya dâvet et! Eğer bu iki şahâdeti kabul ederlerse, bu defa onlara her gece ve gündüz üzerlerine beş vakit namaz farz kılındığını öğret. Eğer namazın vücûbunu (namaz kılarak) itiraf ederlerse, bu defa da onlara bildir ki, Allah kendilerine mallarında zekât farz kılmıştır. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve onların fakirlerine verilir.”
1- Bu mâli ibâdete zekât denilmiştir. Zekâtı verilen malın halefi ile çoğalıp artmasından ve âhirette sevaba vesile olmasından dolayıdır. Fukara hakkını da esirgeyip vermeyenlerin ise er geç umulmadık âfetlerle, mahv ve hebâ olacağına delâlet eder. Bunda da aç gözlerin eritici tesiri bulunduğunda şüphe yoktur.
2- Zekât, tahâretten ibarettir de denilmiştir: Bir servette fukara hakkı bulundu mu, o hak bu servet içinde âdeta bir lekedir. Aynı zamanda servet sahibinin kalbi de hasis huyla kirlidir. Maldaki ve gönüldeki bu lekeyi, kiri yalnız zekât temizleyebilir.
3- Şeriat örfünde zekât, havlini tamamlayan nisabdan bir parçasını fakire ve emsaline vermektir. Zekât, farzdır; yegâne mâli bir vecibedir. Zenginin malından rubu öşrünü, yani kırkta birini fukara için bir hak olarak kabul etmiştir. “Zenginlerin mallarında isteyen fakirin de, iffetinden dolayı isteyemeyen fakirin de hakkı vardır.” (Sûre-i Zâriyat Âyet: 19) meâlindeki âyet-i kerimede tasrih buyrulan bu hak, zekât hakkıdır. Mücmel olan bu ferman-ı ilâhinin izah ve beyanı, miktar ve derecâtı, tatbik şekilleri tamamıyla taraf-ı ilâhiden Nebiyy-i Zişân’ına havale buyrulmuştur. Bu mücmel emr-i ilâhinin Hâkim-i Enbiyâ Efendimiz (sav) tarafından hazâkat ve isabetle tafsil ve tatbik buyrulduğu zekât bahsinde bütün husûsiyetleriyle görülecektir.
Kitap ve Sünnet’le vaz’ ve tesis buyrulan bir vecibedir. Sadr-ı İslâm’dan beri yaşayagelen bir emr-i dinidir. Bu sebepledir ki İbn-i Münzir “Zekâtın farziyeti hakkında icmâ mün’akid olmuştur.” diyor. Şârih İbn-i Battal: “İslâm’ın bu erkân-ı hamsesinden birisini inkâr eden bir Müslüman’ın Müslümanlığı tamam değildir.” demiştir. Ebû Bekir (ra) ibtidâ-yı hilâfetinde taraf taraf irtidâd edenler arasında “Namazı kabul ediyoruz, fakat zekâtı istemeyiz.” diyenler vardı. Halife hazretleri bunların şer-i vaziyetlerini derhâl ve bilâ-tereddüt tespit etmiş ve: “Namaz ile zekât arasında bir fark kabul edenlerle mukatele ederim.” buyurmuşlar ve Halifenin bu ictihâdını bütün Sahabe kabul etmişlerdi. Bunun için İbn-i Esir: “Vücûbunu münkir olarak zekâttan imtina eden kimse kâfir olur. Meğerki yeni Müslüman olmak ve zekâtın farâiz-i dîniyyeden bulunduğunu öğrenmemiş bulunmak gibi bir özre müstenid ola!” demiştir. Kuşeyrî de: “Zekâtı inkâr eden tekfir olunur.” diyor.
4- Zekât, ictimaî bir yardımdır. Zekâtın taraf-ı ilâhiden tayin buyrulan mahall-i sarfı, cemiyetin en zaif ve en düşkün anasırını teşkil eden “ferd”ler ile dinin ve vatanın müdafaası ve istiklâlin selâmeti nâm ve hesabına “cemiyet”tir. Böyle din ve vatan, şeref ve namus tehlikeye maruz kaldığı zaman ve fakirlerin, miskinlerin, borçlular ile ebnâ-i sebilin cemiyet içerisinde mahzun ve muhtaç hâlleri ihtiyara bırakılmayıp mecburi kılınması, zekât farziyeti ile bir ilâhi iksir olmuştur.
5- Zekâtın mütehattim vazife hâlinde teşri’ buyrulmasının ahlâk üzerinde de büyük bir tesiri vardır.
6- Zekât, servet sahiplerinin nâil oldukları niam-ı ilâhiyeye karşı edâ-yı şükrü ve mahmedetidir.
Zekâtın rüknü, sebebi, şartı vardır ki bunlar, ait oldukları hadislerin izahı sırasında görülecektir.