3.2.7.1. Harem-i Medine

Hadisteki Harem ile haram lafızlarının zemen ve zaman gibi medlûlleri birdir: Taarruzdan memnu’ ve masun demektir. Bu masuniyet ya teshir-i ilâhi ile olur. Yani taraf-ı ilâhiden bütün zi-kudret milel ü akvâmı müsahhar ve münkad kılmasıyla olur. Yahut şer’in men ü tahzîriyle hâsıl olur yahut da aklın. Harem-i Medine’ye harem denilmesi de, Medine’nin harîmi dâhilindeki bir kısım eşyanın haram kılınmasından dolayıdır ki, bunlar sâir mevâzide haram değildir. Şehr-i haram denilmesi de böyledir. Hetk-i hürmeti câiz olmayan ay demektir.

Harem-i Medine, Medine civarındaki Âir dağı ile Uhud veyahut Uhud’un mâilesindeki Sevr dağı arasındaki mıntıka-i arazidir. “La’n” ile murad, günâha terettüb eden azabdır. Mâba’dıyla beraber bu cümle, harem-i Medine dâhilinde bid’at irtikâb edenler için en şiddetli vaid-i nâtıktır.

Buharî Hadis No: 881- Ebû Hüreyre’den (ra) Nebi’nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Medine’nin (şarki ve garbi şu) iki kara taşlığı arasındaki sahaya hürmet etmek benim lisanımla (taraf-ı ilâhiden) vâcib kılınmıştır.” (Yine) Ebû Hüreyre (ra) demiştir ki: Nebi (sav) Benî Hâris’e gelmişti. Resûl-i Ekrem (sav) bunlara: “Ey Benî Hârise! Zannedersem siz de Harem sahasından harice çıktınız!” demişti. Sonra (bunların Harem dâhilinde bulunduklarını hatırlayarak) “Hayır, siz Harem dâhilinde mukimsiniz.” diyerek iltifat buyurdu.

NOT: Benî Hârise, Evs kabilesinin bir şubesi idi. Bunların yurtları Medine’nin garb tarafında Meşhed-i Hamza’da (ra) idi.

Buharî Hadis No: 880- Enes (ibn-i Mâlik)’ten (ra), Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Medine (sahası)nın şuradan şuraya kadar (olan mahalli) haremdir, muhteremdir. Bu hududun ağacı kesilmez; bu sahada bid’at ihdas edilmez. Kim ki, Harem-i Medine’de (Kitap ve Sünnet’e muhalif) bir bid’at ihdas ederse; Allah’ın azabı, Meleklerin ilenci, bütün insanların nefreti o kimse üzerine olsun.

Buharî 882 nolu hadiste ziyade vardır. “Bunların ne tevbesi, ne de fidyesi kabul olunur. Müslümanların emânı birdir. (Bir Müslim’in kâfire emânı, bütün Müslümanlarca sahihtir, muteberdir.)” Ali (ra) (Hazretleri devamla) demiştir ki: “Kim ki, bir Müslüman’ın verdiği ahdi nakzederse, Allah’ın azabı, Meleklerin ilenci, bütün halkın nefreti onun üzerine olsun. Onun ne farz, ne de nafile ibâdeti kabul olunmaz. Her kim de kendi mevâlisinden ve efendilerinden başka bir kavmi veli ve efendi ittihaz ederse, bu kimse de Allah’ın azabına, meleklerin ilencine, bütün insanların nefretine uğrasın! Bu şuursuz kimsenin ne tevbesi, ne de adaleti kabul olunur.”

Bu hadis-i şerifin selb-i hususu şudur ki; Ashab tarafından Hz. Ali’ye (ra):

-Resûlullah’ın (sav) herkese bildirmeyip husûsi olarak sana tevdi ettiği bazı şeyler olsa gerek, denilmişti de Hz. Ali (ra):

-Hayır! Resûlullah’ın (sav) bana husûsi sûrette tebliğ buyurduğu bir hükmü yoktur. Ahkâm-ı İslâmiye’den benim bildiğim mektûb olan şey, yalnız Kitabullah’tan, bir de şu kılıcımın içinde mahfuz bulunan sahifedir, deyip yukarıda tercüme ettiğimiz hadis-i şerifi okumuştur.

Hz. Ali (ra) bu sözü ile Şia’nın; Resûlullah’ın (sav) Hz. Ali’ye (ra) husûsi sûrette bildirdiği esrâr-ı ilimden, kavâid-i dinden birçok şeyler vardır ki, bunlara Ehl-i Beyt’ten olmayanlar muttali’ ve vâkıf değillerdir, yolundaki iddiasını tamamıyla reddeder.

Buharî Hadis No: 883- Ebû Hüreyre’den (ra) Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: “(Rabbım tarafından) Ben, bir karyeye (hicretle) emrolundum ki, karye, kurâ-i âleme galebe eder (onun şerâfet-i nûru âfâk-ı cihâna intişâr eder). (Münafıklar) o karyeye ‘Yesrib’ derler. (Hayır) o, Medine(-i Kâmile)’dir. Medine(-i Tâhire), eşhâs-ı habiseyi giderir (dışına atar), demirci körüğünün demirin kirini giderdiği gibi.”

Bu hadis-i Nebevî’den istidlâl olunur ki, bu muhterem beldenin levsi şirk ile kirlenmeyip temiz kalmasına ve Hicret-i Seniyye üzerine nisbet-i Muhammediyye’nin bu belde-i Tâhirenin taşına, toprağına sinmiş olmasına işaret vardır. İşbîlî merhum: Medine toprağında bir koku vardır ki o, hiçbir kokuya benzemeyen acâyib-i tayyibattandır, demekle bu mübarek nefhayı bildirmiştir. Bunun gibi her sahib-i isti’dâd da bunu pek yakından duymuştur.

Âsâr ve ahâdiste Medine daha bir takım isimlerle anılmıştır ki, bazıları şunlardır: Beyt-i Resûl ve Harem-i Resûl. Taberânî de mevsûk ricâlin senediyle Resûl-i Ekrem’in (sav) : “Harem-i İbrahim Mekke’dir. Benim haremim de Medine’dir.” buyurduğu rivâyet edilmiştir. “Dârü’l- İman, Dârü’s-Selâm, Dârü’l-Feth, Dârü’l-Hicre isimleri de hâssaten şâyân-ı zikirdir. Sünnet-i Seniyye’nin merkez-i intişârı, fütûhât-ı İslâmiyye’nin medârı, hicret-i Ahmediyye’nin makarrı olması, Medine-i Tâhire’nin bu tarihî ve kudsî isimleri almasına sebep olmuştur. Kubbetü’l-İslâm ismi de “El-Medînetü Kubbetü’l-İslâm” hadisi şerifiyle bahşedilmiştir ve Medine-i Münevvere’nin en câzib isimlerindendir. Hatta Zübeyr Ahbâr-ı Medine’de, Medine’nin Tevrat’ta kırk isminin ta’dâd edildiğini Abdü’l-Aziz tarikiyle rivâyet etmiştir. Şârih Kastalânî daha birçok isimler toplamıştır. Bu kadar aziz ve müzeyyen belde-i imanda harabat başlayacağını izhâr eden hadis-i şerifler mevcuttur.

Buharî Hadis No: 885- Ebû Hüreyre’den (ra) Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: “(Bir zaman gelecektir ki nesl-i âti) Medine’yi şu bulunduğu hayr-ü letâfetiyle bırakacaklar da Medine’de nihayet rızkını arayan hayvanlardan, kuşlardan başka sakin hiçbir insan bulunmayacaktır. Medine’ye en son gelen ve koyunlarına sayha ederek giren Müzeyne kabilesinden iki çoban olacaktır. Bunlar da Medine’yi bomboş vahşet engîz bir hâlde bulacaklar ve ‘Seniyyetü’l-vedaa vardıklarında bunlar da yüzleri üstüne düşeceklerdir.”

Bilhassa Hârre vakası gibi fitneden sonra zamanında Medine, Müslümanların en mamur ve medeni bir şehri, bir merkezi idi. Medine-i Münevvere maddi ve manevi güzelliği ile bırakılıp hilâfet ibtidâ Şam’a, sonra Bağdat’a nakledilince, sonra da Medine dâhilinde birbirini müteakib bir takım fitneler, musibetler vuku bulunca Medine’nin ulemâ ve sulehâsı dağılmış, bütün bütün boşalmıştır. Hadis-i şerifte bildirildiği vechile ve İmâm-ı Mâlik’ten rivâyet olunduğuna göre, Mescid-i Saadet’e kurtlar, köpekler dolup telvis etmişlerdir. Medine, bir müddet bu hâlde kaldıktan sonra halk, yavaş yavaş toplanmağa başlanmıştır.

Nevevî de şöyle diyor: Medine’nin bu metrûk vaziyeti, kıyamet saatinin yaklaştığı âhir zamanda vuku bulacaktır; muhtar olan budur. İki çobanın haşri meselesi ki, Sahihayn’de rivâyet edilmiştir. Bu da âhir zamanda vuku bulacağını teyid etmektedir.

Medine’de zuhur eden fitnelerin bir takımı Emevi ve Abbasi halifeleri tarafından idare edilmiş, ihtilâflar kopartarak yarım asır Medine ahâlisinin hicretine sebep olmuşlardı. Müzeyne’ye mensup iki çobanın kıssasıyla Nevevî Hazretlerinin fikrini kabul ve teyid etmek gerekiyor.

Buharî Hadis No: 887- Ebû Hüreyre’den (ra) Resûlullah’ın (sav): “Yılan yuvasında toplandığı gibi (ehl-i) iman da Medine’ye toplanır.” buyurduğu rivâyet edilmiştir.

Medine’ye toplanmak demek, ehl-i imanın Medine’de ictimaî, kalbi teveccühü demektir.

Buharî Hadis No: 888- Sa’d (ibn-i Ebî Vakkas)’dan (ra) Nebi’nin (sav): “Medine ahâlisine bir kimse mekr-ü cinâyet etmek istemez mi, muhakkak o şahs-ı mekkâr, tuzun suda eridiği gibi erir (mahvolur).” buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir.

Taraf-ı Risâlet’ten bildirilen bu mahv ü harabiye mükarin sû-i akıbete, hiç şüphesiz ki, büyük cürm ü vebâli irtikâb edenler müstehak olur.

Buharî Hadis No: 891- Ebû Hüreyre’den (ra) Resûlullah’ın (sav): “Medine’nin kapılarında ve medhâllerinde (muhafız) bir takım Melekler vardır. Medine’ye ne tâûn, ne de Deccâl giremez.” buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir.

Buharî Hadis No: 893- Ebû Saîd-i Hudrî’den (ra) Resûlullah’ın (sav) Deccâl(ın ahval ve ef’alin)den uzun boylu bahsettiği sırada şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: Deccâl, (Medine’ye de) gelecektir. Fakat Medine kapısından içeri girmek ona haram kılınmıştır. Yalnız Medine etrafındaki bazı çoraklı, çakıllı araziye inecektir. O gün Medine halkının en hayırlı bir siması yahut nâsın hayırlı simalarından birisi (Hızır Aleyhi’s-selâm) Deccâl’a karşı çıkar ve:

-Şahâdet ederim ki, muhakkak sen, Resûlullah’ın (sav) bize haber verdiği Deccâl’sın, der. Bunun üzerine Deccâl başındaki erbâb-ı şakâvete
-Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem benim (ulûhiyet) iddiamda şüphe eder misiniz, diye sorar. Eşkıya gürûhu:
-Hayır! Şüphe etmeyiz, derler. Deccâl, (Hazret-i Hızır’ı) hemen öldürür, sonra da diriltir. Ve diriltir diriltmez Hızır:
-Vallahi benim, senin Deccâl olduğun hakkındaki şimdiki kanaatim bundan evvelki imanımdan daha kuvvetlidir, der. Bu defa Deccâl maiyetine:
-Bu adamı öldürünüz, der. Fakat bundan sonra Deccâl (ne) Hızır’ı, (ne de başkalarını) katle muktedir olamaz.

Deccâl’a karşı çıkan bu yüksek iradeli zâtın Hz. Hızır (as) olduğu Müslim’in Sahih’inde zikredilmiş olduğu için işaret ettik. Ma’mer de Câmi’inde: Deccâl’a karşı çıkan zâtın Hızır (as) olduğu bize bâliğ oldu, demiştir.

İhyâ-i maktul husussu Deccâl’in alâmet-i şakâvetindendir.

Bir Hadis-i şerif’te Resûlullah (sav) “Medine şehri demirci körüğü gibidir, temizi alıkor; kiri, pası dışarı atar.” (Buharî Hadis No: 894) buyurdu.

Hz. Âişe (rha) demiştir ki: “Medine’ye hicret edip geldiğimizde Medine, Allah’ın en vebalı, hastalıklı bir diyarı idi. Medine’nin Buthân sahrasındaki vadiden acı, pis bir su da akardı.” (Buharî Hadis No: 896) demiştir.

Bu ed’iye-i seniyyenin şeref vürûdundan sonra Medine’nin âb-ü havası letâfet kesb etmiş; Hacun, sıtma yatağı olmuştur. El-yevm en hummâlı ve sıtmalı bir yerdir. Bu tebeddülâtın sebeb-i hikmeti dua-i Muhammediye’dir.

Bilâl-i Habeşi hastalığında: “Yâ Rabb! Şeybe ibn-i Rebiâ’ya, Utbe ibn-i Rebiâ’ya, Ümeyye ibn-i Halef’e gadab eyle! Nasıl ki bunlar (zulmedip) bizi ana yurdumuzdan çıkardılar, vebâ diyarına gelmeye mecbur ettiler.” diye beddua ederdi. Resûlullah (sav) bunları işittikten sonra: “Yâ Rabb! Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi Medine’yi de sevdir! Yahut onu daha ziyade sevdir! Yâ Rabb! Sâ’ ile Müd ile ölçülen erzak ve ekvâtımıza feyz ü bereket ihsan eyle! Yâ Rabb! Medine’nin havasını bizim için tashih ve ilel ü emrazdan sâlim kıl! Hummâsını ve sıtmasını da Mekke’nin Cuhfe’sine nakleyle!” diye dua buyurmuştur. (Buharî Hadis No: 896)