3.2.2. Hacc veya Umreden Memnuiyet Olduğu Hâllerdeki Şer’i Hüküm


Sûre-i Bakara Âyet: 196- İhramlandıktan sonra herhangi mücbir bir mâni ile haccdan veya umreden kalırsanız, Kâbe için kurban nev’inden kolayınıza gelen bir şey hediye ve tasadduk etmek lâzımdır. Bu hediye, mahalline (Kâbe’ye) erişinceye kadar başlarınızı tıraş edip ihramdan çıkmayınız!
kavl-i şerifini zikredebiliriz.

İhsar: Kasd edilen bir cihetten menedilmek mânasınadır. Hacc ve umre için Kâbe’ye vusûle mâni hastalık, düşman, parasının ziyâı, herhangi lüzum üzerine devletin men’i gibi sebepler olabilir. Bu, İmâm-ı Ebû Hanife ve ashabının mezhebidir. İmâm Şafii, İmâm Mâlik, İmâm Ahmed ibn-i Hanbel, İshâk hazarâtı ise; ancak düşmanla tahakkuk eder, hastalık ve emsali sebeplerle ihsar olmaz, demişlerdir.

İhsar mesâili birkaç nev’e ayrılır:

Birinci Nev’i: İhsarın lügaten mânasıdır.

İkinci Nev’i: İhsar âyetinin sebeb-i nüzûlüdür: Bu âyet, Kureyş müşriklerinin Resûl-i Ekrem’in (sav) Beyt-i Şerif’e vusûlüne mâni oldukları sırada Hudeybiye’de nâzil olmuştur. Bu hususta Sûre-i Feth de nâzil olmuştu.

Üçüncü Nev’i: İhsar âyetinin tefsiridir.

Dördüncü Nev’i: Hasrın sebeb-i mûcibi hakkındadır.

Beşinci Nev’i: Hedye dâirdir: Hediy; koyundan, sığırdan, keçiden ve deveden olur. Bunların en kolay olanından Hedye gönderilir. En kolay olanı da Eimme-i erbaanın mezhebleri ki, koyun olduğudur.

İbn-i Abbas’tan (ra) Abdürrezzâk’ın rivâyetinde de zenginin deve, buna kudreti yetmezse sığır, buna da gücü yetmezse koyun kurban etmesi bildirilmiştir.

Arafat’a çıkılması menolunursa: İmâm Hanife’ye göre Mekke’ye dâhil olan kimse muhsar değildir. İmâm Ebû Hanife indinde ihsar, Mekke’ye varmaya mâni ve tavâf ile sa’ye hâil olmaktan neşet eder. Bu sûrette muhsar, Resûl-i Ekrem’in (sav) Hudeybiye’de ihlali gibi işler. Mekke’ye vâsıl olan hacı ise haccı fevt eden kimsenin hükmüne tâbidir. İmâm Hanife’ye göre, umre yapıp ihramdan çıkar.

Muhsar olan hacının mahall-i hedyi, yani kurban yeri; Beyt’i ziyaretten memnu’ olup geri kaldığı mahaldir. Nasıl ki, Resûl-i Ekrem (sav) de Hudeybiye’de kurbanını kesmiş ve ihramdan çıkmıştı. Ve Hudeybiye Harem’den değil Hil’den ma’duddur. (Kastalânî: C.3, S.325)

Sûre-i Bakara'nın 196'ncı âyeti ihramlı kimsenin bir illete mebni tıraş olabileceği hakkındadır. “Sizden her kim hastalanır (da tıraş olmağa lüzum görülür)se yahut (yara, bit gibi bir sebeple) başından ezâlanırsa (tıraş olduğunda) bunun fidyesi, oruç tutmak yahut sadaka vermek yahut kurban kesmektir.” Bu âyet-i kerimenin muhrim hakkında güçlüğün izalesi, şâyân-ı dikkattir.

Âyet-i kerimede bildirilen a’zâre mebni muhrim için âyet-i kerimede zikr olunan keffâreti vererek tıraş olmanın cevazıdır. Baştan başka vücudun sâir aksamını bu sûretle tıraş etmenin câiz olup olmadığı nassan bildirilmemiştir. Fakat ulemânın cumhuru, bedenin sâir aksamının tıraş edilmesinin cevazını kıyâsen istifade etmişlerdir. İmâm Mâlik’in, fidyenin bedendeki tüylere taalluku yoktur, dediğini Rafiî rivâyet etmiştir. Dâvud-ı Zâhirî de fidye, baş tıraşına münhasırdır, demiştir.

Bir ihramlı böyle bir sıkıntısı olmayarak tıraş olursa yahut bilerek koku sürünürse, bu bâbda İbn-i Abdü’l-Ber İstizkâr’da İmâm Ebû Hanife ve İmâm Şafii ile her ikisinin ashabından böyle ihramlıya yalnız kurban kesmenin vâcib olduğunu rivâyet etmiştir. Bu eimme-i kirâm, âyet-i kerime ve ahâdis-i şerifeden müstefad olan tahyîrin yalnız zaruret hâline maksûr olduğuna hükmetmişlerdir. İmâm Mâlik bu sûretle de tahyîri kabul etmiştir.

Fidyesi: 3 gün oruç tutmak yahut 6 fakir doyurmak yahut bir koyun kesmektir.