3.1.7. Kâbe-i Muazzama’nın Bina ve İnşâları


Hz. İsmail’in sağlığında Beyt-i Şerif’in hizmet ve nezâreti bittabi Hz. İsmail’in (as) uhdesinde idi. İrtihâlinden sonra Beyt’in nezâretini Hz. İsmail’in (as) oğlu “Sâbit” deruhte etti ve ilâ-mâ-şâ-Allah evlâd-ı İsmail’de kaldı. Sonra Cürhümîlerden, Mudad ibn-i Amr tevellî etti. Bu sûretle Beyt, hayli zamanlar Cürhümîlerin idaresinde kaldı. Zamanla bu mukaddes eser-i hayrın harabeye yüz tutmuş olmasıyla “Seylü’l-fârre” denilen meşhur bir sel ile duvarları bütün bütün yıkıldı. Hatta bir zamanlar halk Beyt’in arsasını tavâf ettiler.

Mekke’ye putperestliğin Huzâîlerden Amr ibn-i Lühey vasıtasıyla Amâlika denilen müşrik bir kavimden geldiği rivâyet edilmektedir. Arap akvâm-ı kadîmesinden olan bu Amâlikalılar tarafından müceddiden bina edildi. Bu, Kâbe’nin ikinci binasıdır. Bunlar Kâbetullah’ı vesile-i intifa edinmeye başladılar. Parasız ziyaretçilere Zemzem kuyusundan bir yudum su bile içirmez oldular. Bu azgınlık devresinde Kâbetullah’a da bakılmadığından, o yüksek duvarları, mâil-i inhidam bir hâle gelmişti. “Seylü’l-fârre” denilen bir sel ile tamamıyla yıkılmış, bunlar da savuşup gitmişlerdir.

Bu defa da Beyt-i Şerifi Cürhümîlerden “Hâris ibn-i Mudâd-ı Esgar” tecdid etti ki, bu da Kâbe’nin üçüncü binası oluyor. Kapısına iki kanat taktığı gibi bir de kilit koydu. Bir ara Cürhümîler de Kâbe’ye riâyetsizlik etmeye başladılar. Mülûk ve ağniyâdan gelen hediyeleri gasb edip hüccacı ziyaretten meneder oldular. Zemzem kuyusunun suyu da bu sırada çekilmiş bulunuyordu. Benî Bekir ile Huzâîlerden “Gubşân”, bu Cürhümî azgınlarına karşı harb açtılar ve Cürhümîleri Mekke’den sürüp çıkardılar. İbn-i İshâk’ın rivâyetine göre, Mekke’yi terk edecekleri gece “Amr ibn-i Hâris ibn-i Mudad Beyt-i Şerif’te mahfuz bulunan altın iki geyik heykelini ve sâir kıymettar hediyeleri alıp suyu çekilmiş Zemzem kuyusuna ilkâ edip ve üzerini de toprakla imlâ eylemiştir ki, bu eşyayı ileride Resûl-i Ekrem’in (sav) ceddi Abdulmuttalib meydana çıkarmıştır. Bundan başka Cürhümîler kaçmazdan evvel Hacerü’l-Esved’i de yerinden çıkarıp bir tarafa saklamışlar ve Yemen’e gitmişlerdi. Amr ibn-i Hâris vatana karşı tahassürünü, inşad ettiği birçok şiirlerinde izhâr etmiştir. Bazı ehl-i ilim, bu şiirlerin Araplar arasında ilk söylenen şiirler olduklarını iddia etmişlerdir. Bundan sonra Beyt-i Şerif’in umûr ve vazâifini Huzâî Gubşân eline almıştır.

Siyreti ibn-i Hişam’da bildirildiğine göre, “Seylü’l-Arm”ın zuhuruyla, Belkıs’ın idare merkezi “Sedd-i Me’rib”in yıkılması üzerine etrafa dağılan Yemen’lilerden Benî Huzâa da Mekke cânibine gelmişti. Mekke’de idareyi ele aldılar. Cürhümîler in sakladıkları Hacer-i Esved’i bulup mahall-i mübarekine vaz’ ettiler. Bu sûretle Beyt-i Şerif’in hacibliği Benî Huzâa’dan Gubşân’ın, sonra büyükten büyüğe intikâl etmek sûretiyle Gubşânoğullarının ellerinde kaldı. Bunların en sonu “Huleyl ibn-i Habeşiyye”dir. Kâbe nin ve Mekke’nin umûru, bu Huleyl’in elinde iken Hz. Peygamberin (sav) beşinci batında ceddi olan “Kusay İbn-i Kilâb”, Huleyl’in kızı “Hıba” ile evlendi. Kusay ibn-i Kilâb’ın bu izdivaçtan dört oğlu oldu. Ahfâdı, emvali çoğaldı; şeref ve itibarı yükseldi. Bir müddet sonra Huleyl vefat etmekle Kusay, Mekke ve Kâbe’nin umûrunu eline aldı. Çünkü Kusay Kureyş’ten idi. Kureyş ise İsmail ibn-i İbrahim (as) evlâdındandı. Elbette Benî Huzâa’dan ve Benî Bekir’den daha ziyade riyâsete layıktı.

Kusay; Beyt-i şerifin Hicâbet, Sikâyet, Livâ, Sefâret, Nezâret, Ezlâm, Kıyâde, Rifade, Nedve gibi bütün vazâifini nefsinde cem etmişti. Mekke’nin riyâseti de kendisine aitti. Kusay, bu riyâseti hakkıyla ifâ edip, Mekke’yi medeni bir şehir hâline koydu. Halkın Kâbe’nin civarında mesken ve iskânlarını kolaylaştırarak Hârem-i Şerif’i şereflendirdi ve kendisi de Hârem’in yanına bir ev yaptı. Bu ev, Hz. Muâviye (ra) tarafından satın alınıp Hârem-i Şerif’e ilhak edildi. Bugün altınoluğun karşısında kâin “Hanefi Makamı”nın zemini Dârü’n-Nedve’nin arsası olduğu mervidir.

İbn-i İshâk’ın rivâyetine göre Kusay, ihtiyarlayınca idare-i umûru büyük oğlu Abdüddâr’a tefviz eyledi. Kureyş, Kâbe’nin vazâif ve imtiyazatı sebebiyle niza ve ihtilâfa başladılar. Gitgide bu ihtilâf, tarihi vâkıaların vukuuna vesile oldu ki, Abdullah ibn-i Cüd’â’nın hânesinde vuku bulan bu hilfe Resûl-i Ekrem (sav) de şâhid olmuştu. Zuhur-ı İslâm ile de bu nâire-i ihtilâf sönmeyip devam etmiştir. Abdüddâr’ın vefatından sonra cem ettiği vâzâif ve imtiyazat aralarında taksim edildi. Hz. Peygamber’in (sav) büyük pederi Amr (Hâşim) babası, Abd-i Menâf ibn-i Kusay’dan devredilen vazifelerini asâletle ifâ etmişlerdir. Hâşim’in vefatından sonra küçük kardeşi Muttalib ibn-i Abd-i Menâf’a bu Rifade ve Sikâye vazifelerini devretti. Hâşim’in oğlu Şeybe (Abdulmuttalib) Medine’de bulunuyordu. Amcasının vefatı üzerine bu vazifeyi onlara fâik bir sûretle idare etmiştir. Gördüğü rüya üzerine Zemzem kuyusunu açtırıp içindeki heykel ve techizatları çıkarttırarak, Zemzem’i eski hâline getirmiştir. Bütün kuyuların suyu umûr-ı Beytiye’de kullanıldı. Zemzem suyu yalnız içmeye tahsis edildi.

Hz. Resûlullah’ın (sav) peder-i âlileri Abdullah, Abdulmuttalib’in en sevgili bir oğlu olduğu hâlde pek genç iken vefat ettiği için Kusay zamanından beri dört batın âilesine tevârüs eden Kâbe’nin ve Mekke’nin bu vazâif ve imtiyazlarının hiç birisinden istifade edemedi. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin ecdâdı böyle mevki ve kudret sahibi oldukları hâlde kendisine büyük bir miras kalmamasının sebebi budur. Onun için ceddi Abdulmuttalib’in vefatında amcalarının zir-i himayelerinde kalmıştır.

Hz. İbrahim’den (as) sonra Kâbe-i Beyt-i Şerif’i Kusay ibn-i Kilâb yıkıp yeniden yapmış ve üzerine hurma ağacından bir sakıf inşâ etmiştir. İkinci bâni olmuştur.

İbn-i İshâk’ın rivâyetine göre, Resûl-i Ekrem (sav) 35 yaşında iken Kureyş, Kâbe’yi yeniden inşâ etmeye karar verdiler. Kâbe’nin inşâsını beyne’l-kabâil taksim ettiler. Sıra Kâbe’nin duvarlarının yıkılmasına gelmişti. Fakat kimse bu harab duvarlardan bir taş koparmaya cesaret edemiyordu. Hatta dağılmaya başlamışlardı. Hemen Velîd ibn-i Muğîre atılıp: “Dağılmayınız! Kâbe’yi yıkmaya ben başlıyorum.” diye haykırdı. Ve Kâbe’nin üstüne çıkıp “Yâ Rabb! Hedm-i Kâbe’de hayırdan başka bir maksadımız yoktur.” deyip sonra rükneyn tarafını yıkmaya başladı. Sonra Hz. İbrahim in attığı temel taşlarına kadar indiler. İnşâata başlandı. Her kabile kendisine isabet eden kısmı yapıyordu. Bu sûretle duvarlar yükselip Hacer-i Esved’in mahall-i mahsusuna konulmasına sıra gelmişti. Bu hususta ciddi ihtilâfa düşmüşlerdi. Kureyş’in en yaşlısı olan Ebû Ümeyye Benî Muğîre Kureyş’in ileri gelenlerini Mescid’de topladı. Vuku bulan teklif üzerine vakt-i muayyende Mescid’in Safâ tarafındaki kapısından her kim evvel girerse onun hakem tayin edilmesine karar verdiler. Bir hüsnü tesadüf olarak ibtidâ Resûl-i Ekrem (sav) kapıdan içeriye girmiş bulundu. Bunun üzerine Kureyş rüesası bir ağızdan “İşte bu giren zât emindir, bunun hakemliğine râzıyız. Bu emin zât Muhammed’dir.” dediler. Hakemliği arz ve kabulünü rica ettiler. Resûl-i Ekrem (sav) “Bana bir kaftan getiriniz!” buyurdu. Getirdiler. Bu ridânın içine eliyle Hacer-i Esved’i alıp koydu. Sonra kabile reislerinin bu ridânın birer tarafını tutup birlikte kaldırılarak mahall-i mahsusuna götürmelerini emretti. Hacerü’l-Esved mevziine gelince, Resûl-i Ekrem (sav) bizzat eline alıp yerine koydu. Sonra üstü örülüp inşâ edildi. Kâbe duvarlarının 18 zirâ’ yaptılar.