Ebû Ümâme’den (ra) “İslâm’ın yapışacak kulpları elbette birer birer kopacaktır. Her biri çözüldükçe halk, geriye kalanlara yapışıp tutunacaklardır. Bunların en evvel kopanı hükümde adalet, en sonu da namaz olacaktır.” hadisi şerifi, namazın nefse’l-emirde olduğu gibi vakt-i malûma kadar Müslümanlar nazarında mevkii diğer farzlara mukaddem olacağını göstermektedir.
Salât- havf namazı seferde kılındığı gibi hazarda da kılınabilir. Hanefiyye’ye göre, mükimlerin salât-ı havfi de misafir olanların salât-ı havfi gibi iki rekât olur. İmâm-ı Şafii ile İmâm-ı Ahmed’in ve kavl-i meşhuruna göre İmâm-ı Mâlik Hazretlerinin de dedikleri budur.
Salât-ı havf cemaatle kılınıp, cemaat iki taifeye ayrılır ve her iki taifenin adetlerinin birbirine denk olması şart olmayıp en az üç kişidir. Biri imâm, birisi muktedî, birisi de onları bekler. İmâm-ı Şafii Hazretleri, her iki taifenin 3 kişiden aşağı olmasını mekruh görmüştür. Hadis-i havf, şedid olmadığına göre, kılınacak namaz hakkındadır. Şiddet-i havf namazı ise:
Buharî Hadis No: 511- Abdullah ibn-i Ömer’den (ra) başka bir rivâyette, Nebiyy-i Ekrem’den (sav) naklen: “Düşman daha çok (olup da korku daha ziyade) olursa, yaya ve süvari olarak (ayakta ve hayvan üstünde) namaz kılsınlar!” demiştir.
Müslümanların bir yerde durup cemaatle namaz kılmak, saf dizmek mümkün olmayacak derecede havf-ı şiddet zamanında ayaküstü ve hayvan üstünde imâ ile namaz kılınmasına izin verilmiştir. Şiddet-i havf, düşman tarafından mahsur olunmak veya katl edilmek gibi korkudur ki, musalli böyle zamanda kıbleye teveccühle mükellef değildir. Muharebe içinde de nefs-i müdafaayı güçleştirecek salât-ı havfın terki; sonradan edâ veya kaza edilmesi lâzımdır. Zira düşmanı öldürmek kastıyla kılıç kullanarak amel-i kesir ile namaz sahih olamaz.
At üstünde bulunan mücâhid mukatele ile meşgul ise namazı kılmaz. Sonradan edâ veya kaza eder. Mukatele yapmıyorsa, namazını kılmak için yere de inmek imkânı yok ise namazını imâ ile kılar, demişlerdir. İmâm-ı Şafii’ye göre muharebe ettiği hâlde at üstünde de, mâşiyen de namaz kılabilir. Ancak namazda iken ta’n ve darbı mütetâbian havale ederse namazı fâsid olur, demiştir. Hâsılı şiddet zamanında namazı nasıl kılmak mümkünse öylece kılar. Riâyet edilemeyen erkânın da bu takdirde terki câiz olur. Rük’u ve sücûda kâdir olamayınca da imâ ile kılınır. Cumhurun kavli budur. Mâlikîler ise “Vaktin fevt olması korkusu olmadıkça bunları terk etmek câiz değildir.” derler.
NOT: Harb ve kıtâldeki bu salât-ı havfın hükmü, mühlik ve yırtıcı hayvanlardan veyahut seyl, yangın gibi bir âfetten nefse, mala, menfaate zarar gelmesi malûm olan hususların kâffesine şâmil olduğunu Şârih Kastalânî kaydetmektedir.