Büreyde ibn-i Husayb’dan (ra) rivâyeten “Vitir, bir Hakk-ı ilâhidir. Her kim vitir namazını kılmazsa bizden değildir.” hadisi şerifine atfen fazilet-i ilâhiyenin ulviyeti zâhir olur. Vitir vâcib olup, farz değildir. Çünkü: “Salât-ı vüstâyı (ortanca namazı, ikindi namazını) hiç bırakmayınız.” (Bakara Sûresi Âyet: 238) âyet-i kerimesine göre vitir de farz olsaydı, altı vakit olacağından salât-ı vüstâ kalmaz. Farz namazlarının adedi tek olmalıdır ki, salât-ı vüstâ bulunsun. Bu cihetle farz olmadığı kat’idir. Efendimiz (sav) Hazretleri “Allah vitirdir (Tektir), yani birdir, tektir ve vitri sever. Öyle ise ey ehl-i Kur’ân siz de vitir namazını kılınız!” buyurmuşlardır.
Ubâde ibn-i Sâmit (ra) Resûlullah’tan (sav) işittim; “Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine farz kıldığı namazlar beştir. Her kim bunları yerine getirip haklarını -tâbir-i diğerle farzlarını- istihfâf ederek hiç birini ziyâa uğratmazsa, Allah-u Teâlâ onu cennete idhâl etmek üzere ind-i ilâhide bir ahdi olmuş olur. Her kim de bunları yerine getirmezse, indallah hiçbir ahdi olmaz. Allah isterse onu ta’zib eder, isterse cennete idhâl eder.” buyurmuşlardır.
İmâm-ı A’zam Hazretlerinin vâcib buyurması, cahidinin küfrüne hükmedilemeyecek derecede ve farz ile sünnet arasında bir hükümdür. Diğerlerine göre ise sünnet-i müekkede olduğu hükmü vâriddir. Vitir hakkında fukahâ ihtilâfa düşmüştür. Denebilir ki hiçbir namaz fukahâyı salât-ı vitir kadar işgal etmediği gibi, onun kadar ihtilâf edilen mesele azdır. Hatta bu hususta kitaplar dahi yazılmıştır. Bu ihtilâf da 15 grupta toplanır. Bunu anlatmaktan feragat ettim. Salât-ı vitir farz olmamakla beraber şânına pek ziyade ihtimâm edilmesi lâzım gelen bir namazdır.
Uykudan kalkmaya itimadı olanlar hakkında salât-ı vitrin leyle-i nusufta kılınması kuvvet cihetine iltizam etmek demek olur. Vitrin sonra kılınması ile tek olarak bitirilmesi, gecenin ilk ibâdeti akşam namazı olup 3 rekâtlı bulunması evvelinin tek, âhirinin de tek olarak ikmâli, biri evvelinde, biri de sonunda bulunması efdaldir. Bu cihetle salât-ı vitrin sabah namazından evvel, yani gecenin son kısmında kılınması daha mübarektir. Duanın da seherde mübarek ve daha matlup oluşu bu keyfiyettendir.
Sahih olan kavle göre; misafir olsun olmasın, râkiben şehir haricine çıkan dâbbe üzerinde tetavvu edebilir. Hanefiler’in ihtilâfı yalnız şehirden mikdâr-ı buuddedir. Bazılarınca bu ruhsat şehirden iki veya üç fersah uzağa gitmiş kimse içindir.
Sâlisen zaruretsiz farz namazları dâbbe üzerinde kılmak câiz değildir. Mazûr ise farzını böylece kılabilir. Mesela seferde iken yağmur yağıp da namaz kılacak kadar kuru bir yer bulamazsa, hayvanın üzerinde kıbleye karşı durup imâ ile kılar ve hayvanı durdurabilirse kıbleye müteveccih olur. Buna kâdir olamazsa namazda istikbâl-i kıble kaydında olmaz. Lâkin bu, çamur, secde edince yüzü batacak derecede olduğuna göredir ve illâ çamur üstünde kılar. Eşkıya korkusu da, hastalık da, canavar korkusu da, hayvandan inince bindirecek kimsesi olmayan pîr-i der-mândenin zaaf hali de birer özürdür. Bu gibi ahvalde namaz dâbbe üzerinde kılınır ve özrün zevalinden sonra iade de lâzım gelmez. Sünnetler de tetavvu hükmünde olup dâbbe üzerinde kılınır. Ancak İmâm-ı A’zam’a göre sabahın sünneti için hayvandan inmek gerektir. Çünkü bir rivâyete göre onu vâcib addeder, kâiden kılmasını tecviz etmez; İmâm-ı Şafii ile İmâm-ı Ahmed’e göre vitirden daha müekked bir sünnettir. Salât-ı vitri sâir nevâfil gibi yer üstünde kılmanın efdal olduğunda niza yoktur.
Ehlini gece namazı-vitire kaldırırlardı. وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ (Ve’mur ehleke bissalâti) “Ehlini namaza dâvet et!” (Tâhâ Sûresi Âyet: 132) ayeti kerimesindeki husûsiyet, uyanık olanın uykuda bulunanı ikaz etmelerini mûcib bir emirdir.