Fukahâ fetret deyince İsa Aleyhisselâm ile Resûl-i Ekrem (sav) arasındaki 600 küsûr sene-i zamanı kastederler. Bu 600 küsûr sene içinde gelip geçenlere ehl-i fetret denir. Ehl-i fetret 3 kısma ayrılır:
1- Cenâb-ı Hakk’ın birliğini zekâsıyla bulan ve bilen kimselerdir. Bunlardan bir kısmı hiçbir şerâite tâbi olmamışlardır. Kus ibn-i Sâide, Zeyd ibn-i Amr ibn-i Nûfeyl gibi. Bir kısmı bir şerâite dâhil olmuşlardır. Tübbâ ve kavmi gibi.
2- Tevhidi tebdil ve tağyir edip şirki kabul eden ve kendisi için bir şeriat uydurup tahlil ve tahrim edenlerdi. Amr ibn-i Luhay gibi. Bâhire, Sâibe, Vasîle, Hâm gibi ahkâm teşrî etmiştir. Cinlere, meleklere ibâdet edenler vardı. Kız çocuklarını yüz karası addedenler, diri diri toprağa gömenler bulunuyordu.
3- Ne müşrik ne de muvahhid olup bir peygamberin şeriatine dâhil olmayan ve kendisi için ne bir şeriat, ne bir din icâd ve ihtirâ etmeyip bütün ömrünü gafletle geçiren ve zihni böyle metafizik düşüncelerden tamamıyla hâli bulunan kimselerdi. Cahiliyet devrinde böyle üçüncü bir sınıf halk da vardı.
Ehl-i fetretin bu ikinci sınıf halkının ta’zib olunacakları -küfürleri muktezası- muhakkaktır. Üçüncü sınıf hakiki ehl-i fetrettir. Bunlar muazzeb olmayacaklardır. Birinci sınıf, Kus ibn-i Sâide ile Zeyd ümmet-i vâhide olarak ba’s olunacaklardır. Tübbâ ve emsali hakkında ilmin vereceği hüküm de bunlardan devri İslâm-ı idrak edip de Müslüman olanlardan başka, idrak edememiş bulunanların ehl-i din ve sahib-i iman olduklarıdır.
Bi’set-i Muhammediyye’den evvel fetret zamanında ölenlerin cehennemde masuniyetlerine delâlet eden şu hadisleri de mütâlaa edelim:
1- Ahmed ibn-i Hanbel ile İshâk ibn-i Râhûye’nin Müsned’lerinde, Beyhakî’nin de Kitab-ı İtikad’da Esved ibn-i Serî’den (ra) rivâyetlerine göre Nebi (sav) buyurmuştur ki: “Dört sınıf insan, kıyamet gününde cehennemden afv olunmalarını iddia ve istidlâl ederler. 1. Hiçbir veçhile işitmeyen sağır. 2-.Ahmak ve aklı kıt. 3. Bunak. 4. Fetret devrinde ölenler. Sağır, ‘İslâm’a eriştim ve fakat bunun ahkâmını işitip, öğrenmek imkânım olmadı. Ahmak, Müslümanlık geldiğinde aklım kıt idi, çocuklar benimle eğlenirlerdi. Bunak ihtiyar, İslâm’a eriştim ve fakat ahkâmını idrak etmek mümkün değildi. Fetret zamanını gören de benim yaşadığım devirde İslâm’ı bize getiren bir peygamber gelmedi; onun ahkâmını öğrenip ona muti olayım.’ der. Sonra bu dört sınıf insan imtihan için cehenneme sevk olunur ve bunlara ‘Cehenneme giriniz!’ denilir. Bunlardan itaat edip girenlere cehennem bir berd ü selâm olur. Cehenneme girmeyenler de cehenneme çekilirler.”
2- Bu meâlde daha birçok hadisler de Süyûti tarafından zikredilmiştir.
3- Ashab-ı tahkikin ihtiyar ettikleri mezheb, müşrik çocuklarının cennetlik olduklarını Nevevî lisanından öğrenmiştir.
Nevevî diyor ki: Kendisine dâvet vâsıl olmadığı için bâliğ ve reşid azab olunmazsa, öbürlerinin azab olunmayacağı bi-tarikı’l-evlâ sabit olur. Mevcut âyât-ı kerime ve ahbâr-ı şerife ile kat’i sûrette sabit olan hakikat-ı diniye şudur ki; kendisine bir nebinin dâveti vâsıl olmayan kimse azab olunmayacaktır, cehennem bunlar için berd ü selâm olacaktır. Bir peygamberin dâvetini işitip de şirk ve küfürde ısrâr edenler de cehennemde azab olunacaktır; bunda hiçbir niza ve ihtilâf yoktur.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin ebeveyni şerîfeynine gelince: Bunlara da enbiyâ-yı sâlifeden hiçbir nebinin dâveti vâsıl olmadığı tarihen sabit olan bir hakikattir. Şöyle ki, ahd-i nübüvveti o devre en yakın olan peygamber İsa Aleyhisselâm’la Nübüvvet-i Muhammediye (sav) arasında 600 senelik bir zaman geçmiş olması ve İsa (as) dininin Ceziretü’l Arab’a intikâl edememesinden, Arapların ananelerine -ki putperestliklerine son derece bağlı kaldıklarından- İseviyet girmeye muvaffak olamamıştır. Bazı Hıristiyan papazlarının gönderilmesiyle İseviyet’in yayılması tecrübe edilmiştir; ancak sadece Suriye ve havalisi ile garba intişâr etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin muazzez valide ve pederlerinin sem’ine hiçbir nidâ-yi tevhid ulaşmamıştır; peder-i âlileri Ehl-i Kitab ülkelerine de gitmemiştir. En son seferi Medine idi. O da hurma almak üzere birkaç günlük bir seyahatten ibaretti. Esasen Hz. Abdullah genç yaşta vefat etmişti. 18 yaşında olduğu rivâyet edilmektedir. Bu yaşta iken Medine’ye Ben-i Naccar’dan dayılarının yanına gitmişti. Orada vefat etmişti. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin annesi ise değil Mekke’den, belki kendi evinden bile harice çıkmamıştır. Peygamber ismi olarak İbrahim Aleyhisselâm söylenirdi ki, 3000 senelik bir maziye sahip nübüvvet olduğu için şeriatini ne bilen vardı ve ne de bilinecek bir vesâik vardı. Hiç şüphesiz ki Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin ebeveyni bunlardan habersiz idi.