1.6.19. Bir Mevtayı Erbâb-ı Takvanın Tezkiye Etmesi

Buharî Hadis No: 670- Enes ibn-i Mâlik’ten (ra) şu hadis rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Resûl-i Ekrem ile bazı Ashabı’nın yanlarından bir cenaze geçti. Ashab-ı Kirâm bu cenazeyi hayır ile andılar. Nebi (sav) de “Vâcib oldu.” buyurdu. Sonra başka bir cenaze daha geçmişti. Ashab-ı Resûl bunu da şer ile andılar. Resûl-i Ekrem de yine “Vâcib oldu.” buyurdu. Bunun üzerine Ömer ibn-i Hattâb: “Ne vâcib oldu, yâ Resûlallah?” diye sorması üzerine, Resûlullah (sav): “Şu önce geçen cenazeyi hayır ile yâdettiniz, ona cennet vâcib oldu. Sonraki cenazeyi şer ile andınız; buna da cehennem vâcib oldu. Çünkü siz yeryüzünde Allah’ın şâhidlerisiniz.” buyurdu.

Ebû Dâvud’un Ebû Hüreyre’den (ra) gelen diğer rivâyetinde “Melâike Aleyhisselâm gökyüzünde Allah’ın şâhidleridir. Siz de yerde Allah’ın şâhidlerisiniz. Sizin bazınız, bazınızın şâhidisiniz.” ziyadesi vardır. Sevab, fazl-ı Bâri ikab da Adl-i ilâhi muktezasıdır. Dirilerin ölüleri hayır ile senâları, ölünün dünyada hayırperver, iyiliği seven bir kimse olduğuna delâlet eder. Bunun için vaad-i ilâhi muktezası cennet vâcib olur. Şer ile tavsifleri de, o ölünün dünyada işinin gücünün şer olduğuna delâlet eder. Adl-i ilâhi muktezası cehennem vâcib olur. Yalnız bu şer ile tavsif ve ittiham, bir adâvete mebnî olmamalıdır. Fâsıkın fâsıka hayır ile şahâdeti muteber değildir. Hayra ve şerre şahâdet; ehl-i faziletin, ashab-ı sıdk-ı ihlâsın şahâdetidir. Fukahâya göre sahib-i fazilet olan her mü’minin senâ ve şahâdeti, meyyit için vesile-i duhûl-i cennet olur. Husûsen erbâb-ı takvanın tezkiye etmeleri, meyyitin cennetlik olduğunun alâmetidir.

Emvâta (ölülere) sebbetmek, onları şer ile yâd ve tavsif eylemek; kâfir, münafık, fısk ile, bid’at ile me’lûf ve meşhur olanlar için câizdir. Bunların yoluna girmek isteyenleri bir nev’i tahzîri mûcib olduğu için haram değildir. Nehy, ehl-i iman ve salâh hakkındadır.

Şahâdetin esası, görgü ve duyguya müstenîd olan şahâdettir, denilmiştir. Asgari 2, azami 4 şâhid. Zira zinada 4 şâhid asgari olmuştur; ziyade muteberdir.

Yapılan senâ ve tezkiyedeki şahâdetin, kişinin ameline mutabık gelmesi şart görülmemiştir. Zira bu durumda tezkiyenin mânası kalmaz. Tezkiye ile aranılan hayır ve menfaat, tezkiyenin vesile-i gufrân olmasıdır. Husûsen yakın komşuların şahâdetleri vesile-i gufrândır.

İbn-i Adiyy’in “Kâmil”inde, İbn-i Ömer’e (ra) müntehî olan senetle rivâyet ettiği hadis-i şerifte Nebi (sav) buyurmuştur ki: “Kişi, halkın tezkiyesinden, günâhlarının setredilmesinden, hakkında halkın muhabbet göstermesinden âhirette elbette merzûk olacaktır. Hatta Hafaza melekleri ‘Ey Rabbımız! Sen bilirsin, biz de biliriz ki, bu ölünün medh ü senâ edilen bu iyilikleri haricinde bir takım kusurları da vardır. Ya bunlar ne olacak?’ derler. Cenâb-ı Hakk cevap olarak ‘Ey melekler! Şâhid olunuz ki, ben onların bilmedikleri bu kusurlarını affettim. Bildikleri şeyler hakkındaki şahâdetlerini de kabul eyledim.’ buyurur.”

Mevlânın yakın komşularından 4 ev halkının hüsni şahâdeti aynı vechile mağfirete vesiledir.

Sûre-i Mü’min Âyet: 45,46- Fir’avn’un kavmine (gark gibi) en kötü bir azab nâzil oldu. (Sonra) sabah ve akşam da ateşe konulurlar. Kıyamet gününde ise ey âl-i Firavn! Daha şiddetli olan şu azaba giriniz, denilir.

İbn-i Mesud’dan (ra) gelen bir haberde, sabah ve akşam küffarın rûhu cehenneme arz olunur. Yalnız Fir’avunun değil, ehlinin de bu azaba duçar olacağı kastediliyor. Meyyite âlem-i berzahtaki kabir âleminde azab olunmak veya cennet makamlarının arzolunma keyfiyetinin, ruha veya ruhla beraber eczâ-ı bedeninde müntehab bir cüz’üne taaluk ettiğini kabul etmek icâb eder. Gerek mü’min ve gerekse kâfirin müstakbel makamlarının yalnız ruhlarına arz edildiğini kabul etmenin câiz olduğuna kâil olanlar da vardır. Herhangi şekilde olursa olsun, mü’min-i kâmile cennetteki makamının, kâfire de cehennemdeki makarrinin gösterilmesi hususunda hadisin delâleti vardır. Günâhkâr ehl-i imâna da iman şerefine hürmeten cennetteki makamı gösterilir, denilmiştir. Belki toprağa verildiği gün sabah ve akşam muazzeb olur.

Bu arz-ı makam keyfiyeti, şühedâ ervâhından başkalarına mahsustur. Çünkü ervâh-ı şühedâ, cesedlerine mukarin olarak cennettedirler. Bazı ulemâ, bu arzın şühedâya da şâmil olması muhtemeldir, demişlerdir. Ervâhın mütemadiyen kabirde hapse mahkûm olmayıp gezer hâlde bulunacağına kâil olanlar vardır. Bir rivâyette, yalnız toprağa verildiği zaman bir hafta ruhun kabirden ayrılmayacağını kabul edenler de vardır.

Nevevî: Etfâl-i Müslimîn cennetliktir. İlim ve ictihâdına itimad edilen zevât, Müslüman çocuklarının cennetlik olduklarında ittifak etmişlerdir.

“Yüklü bir kimse başkasının yükünü yüklenmez, hiçbir günâhkâr başkasının günâhıyla muâheze olunmaz.” (Fâtır Sûresi Âyet:18) Bu âyet nâzil olunca Resûl-ü Ekrem (sav) “Evlâd-ı müşrikîn fıtrat-ı İslâm üzeredir yahut cennettedir.” demiştir.

İbn-i Ebî Şeybe’nin “Musannef”inde Âişe (rha) ve Abdullah ibn-i Mesud’dan (ra) tahric ettiği bir hadisi şerifte “Ansızın ölüm mü’min için rahattır. Fâcir ve fâsık için de eser-i gadabdır.” buyrulmuştur. Mevt-i füc’e, vasiyetten mahrumiyeti ve meâd için tevbe ve istiğfâr gibi a’mâl-i sâhihayı terki mûcib olduğu için mekruhtur. Yoksa bizâtihi mekruh değildir. Sahib-i tertib bir mü’min için nefsü’l-emirde mûcib-i istirahattir.

İnsanların defnedilmesinin sebeb-i keyfiyetine delil, “Biz, yerin üstünü insanların dirilerinin mecmaı, altını da ölülerinin medfeni kıldık.” (Mürselât Sûresi Âyet: 25,26) âyet-i celîlesinin ihbarıdır.

Sûre-i Abese Âyet: 21,22- Sonra insanı öldürüp müteakiben zîr-i zemîni ona makber kılmıştır. Sonra dilediği zaman da onu diriltip ba’s eyler. buyrulmuştur. Ebedi hayata mazhariyet ölümle kabil olduğunu için ölüm bir rahmet, bir nimettir. Kabirlenip defnedilmek de ayrıca bir lütf-u ilâhidir.

Münafık, fâsık, kâfirin; hayatlarındaki seyyiât-ı ahvalini zikretmek sebb addedilmemiştir. Belki nâsı tenfîr ve tahzîr için kötülerin kötülüklerini zikre lüzum ve ihtiyaç bile vardır.

Hadis râvîlerinden mecrûh olanları cerhetmek ister hayatta olsunlar, isterse ölmüş bulunsunlar, ehl-i hadisin icmâı ile câizdir.