4.6.5. Ehl-i Beyt’e Sadakanın Haram Olduğu

Buharî Hadis No: 739- Ebû Hüreyre’den (ra) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Hurma devşirildiği sırada Resûlullah’a (sav) (sadaka) hurma getirilirdi. Şu (biri bizzat) hurmasıyla gelirdi. O (biri) de hurmasından (gönderirdi). Bu hurmalar Resûlullah’ın (sav) yanında bir harman, bir tınas olurdu. (Bir kere) Hasen, Hüseyin (ra) bu hurmalarla oynarken çocuklardan birisi (Hasen ibn-i Ali) ansızın (bu sadaka hurmasından) bir hurma alıp ağzına koydu. Resûlullah (sav) çocuğa (şöyle bir) baktı. (Zeki) çocuk hemen hurmayı ağzından çıkardı. Sonra Resûlullah (sav): “Sen, Muhammed’in Ehl-i Beyt’inin sadaka malı yemediklerini bilmez misin?” buyurdu.

Ashab-ı Kirâm cümlesinin müştereken ifade ettikleri hüküm, Resûl-i Ekrem (sav) ve Ehl-i Beyti’nin sadakadan memnuiyetidir. Hatta en çok rivâyet edilen cihet: “Resûl-i Ekrem’e (sav) takdim edilen her şey sadaka mıdır, yoksa hediye midir, diye istiknâh buyurmaları ve sadakadır, denilirse yemeyip; hediyedir, denilen şeyleri tenâvül buyurmaları” zeminindedir.

Ehl-i Beyt (Âl-i Muhammed) İmâm Ebû Hanife’ye ve İmâm Mâlik’e göre, hâssaten Benî Hâşim: Hâşimoğullarıdır.

Hâşim, Hazret-i Resûl’ün ecdâd-ı kirâmından ikinci ceddidir. Birinci ceddi olan Abdulmuttalib’in babasıdır. Üçüncü büyük babası olan Abd-i Menâf’ın da oğludur. Abd-i Menâf, İbn-i Kus, İbn-i Kılâb, İbn-i Mürre’dir. İmâm Şafii’ye göre Âl-i Muhammed, Benî Hâşim ve Benî Abdulmuttalib’dir. Bazı ulemâ da Kureyş’in hepsidir, diyor.

İmâm Ebû Hanife ile İmâm Mâlik’in hâssaten Âl-i Muhammed’dir, dedikleri Benî Hâşim (Hâşimoğulları): Ali, Abbas, Ca’fer, Akîl, Hâris ibn-i Abdulmuttalib evlâdlarıdır. Âli ibn-i Ebî Talib’den başka Aşere-i Mübeşşire’den hiç birisini idhâl etmemişlerdir. Âl-i Muhammed, Hâşimoğullarına mahsus bir fazilet-i nesebiyyedir, demişlerdir.

Ehlü’n-Nebi Aleyhi’s-selâm da Ezvâc-ı Mutahhare ve benât-i müzehhere ve dâmâd-ı mükerremleri olan Aliyyü’l-Murtezâ’dır. Yahut Ezvâc-ı Mutahhare ile âl ıtlâk olunan ricâlden ibarettir ki, ahfâd ve zürriyât anda dâhildir. Ve ehlü’l-Enbiyâ, her peygamberin ümmetine ıtlâk olunur. “Âl-i Muhammed” virdimiz olan “Âl” lafzı “ehil”den maklûbdur ki, bir kimsenin aşiret ve akrabasına denir. Evlâd, iyâl, ihvan vesâir kavm ü tebârı gibi zevî kurbâ Âl, bundan maklûbdur. Ehl-i Beyt, bir insanın hânesi sükkânına ıtlâk olunur.

Sadakanın (zekâtın) Âl-i Muhammed’e (sav) haram olduğuna bu hadis vazıhan delâlet eder; İmâm Ebû Hanife’nin, İmâm Şafii’nin mezhebleridir. Mâlikîler’in bu bâbda dört kavli vardır: 1- Cevaz. 2- Meni’. 3- Sadaka-i tetavvuun cevazı, zekâtın adem-i cevazı. 4- Bunun aksi.

Hâşimîler ki; Ali, Abbas, Ca’fer, Akîl, Hâris ibn-i Abdulmuttalib âilelerine zekât olsun, sadaka olsun vermenin câiz olmadığı bütün Hanefi kitaplarında zikredilir. Yalnız sadaka-i tatavvû hakkında bazı Hanefi fukahâsının da muhalefeti kaydedilmektedir. Hatta “Her kavmin köleleri, o kavmin şerefini taşır.” hadisi hükmünce Hâşimîlerin mu’taklarına bile sadaka vermenin câiz olmadığı bilâ-hilâf fıkh-i Hanefi kitaplarına geçmiştir.

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz sadakayı evsâh-ı nâs addetmiştir. Bu kirden kendi hânedanının münezzeh yaşamalarını istemiştir. Kendi hânedanının halk kazancından tufeyli geçinmelerini istemiyorlardı. Ne kendisinin ve ne de Ehl-i Beyt ve ahfâdının hiçbir maddi mükâfat görmelerini murad etmiyordu. İrşâd ve hidâyete karşı olarak yalnız bu irşâd ve hidâyetinin mükâfatı olarak Allah ve Resûlüne karşı samimi bir sevgi ve saygı istiyordu.