4.4.2.2. Miskin


Hiçbir mala mâlik olmayan muhtaçtır. Bu derecedeki fakr ü ihtiyaç, sahibini çökertip şuursuz, hareketsiz bî-mecâl bir hâle koyduğu için bu derece düşkün insanlara miskin denilmiştir. Miskinin vaziyeti fakirden daha düşkündür. Hatta Sûre-i Bakara’nın 273'ncü âyetinde “Afîf olduklarından, kimseye arz-ı ihtiyaç etmediklerinden dolayı bir kısım fukarayı, bunların iç yüzünü bilmeyenler zengin sanırlar.” buyrulmuştur. Miskinde bu da yoktur. Fakir, az bir şeye mâlik olan kimsedir. Miskin hiçbir şeye mâlik olmayandır, diye tefrik edilmiştir. Bu fark, İmâm Ebû Hanife mezhebidir. İmâm Şafii’ye göre miskin; az, gayr-i miktarda mala sahip olandır. Fakir hiçbir mala mâlik olmayandır. Beytülmal bütçesinin masraf kısmında ilk müstehikler bunlardır. Zengin Müslümanların mallarında, fakir ve miskin olanların Allah-u Teâlâ’nın bahşettiği bir haktır. Fakir ve miskinin bizâtihi kazandığı bir hakk-ı mükteseb değildir. Bunun için ilhah ve ısrar ile zenginden istemeleri haram kılınmıştır. Zenginin de fakire, miskine ezâsı da haram kılınmıştır.

Zekâtta muteber olan bu mugayeret vasiyet, vakıf, nezir gibi hususlarda da câri midir? Bu cihet ihtilâf-ı nazarı mûcib olmuştur. Ebû Hanife Hazretleri bunlarda da fakir ile miskin iki müstakil sınıftır, demiş. İmâm-ı Ebû Yusuf, bunun ikisini zekâttan başka hususlarda bir sınıf addetmemiştir. İmâm-ı Ebû Hanife ictihâdı kavl-i sahihtir, denilmiştir. Bu mesele şöyle hilâf-ı taksimet tezâhürüdür: Birisi sülüs malını Zeyd’e, fukaraya, miskine vasiyet veya vakf etse, İmâm-ı A’zam’a göre, bu sülüs mal üç pay edilerek her birisine birer hisse verilir. Ebû Yusuf’a göre ikiye ayrılır, yarısı Zeyd’e, yarısı da fakirlere, miskinlere dağıtılır. (İbn-i Âbidin)

Zekâtın teşriinden gaye, münhasıran fukara ve mesâkinin ferdi ve âilevi ihtiyaçlarının tehvînidir. Sekiz sınıfın diğerlerinde de bu gaye bi’l-vasıta ve bilâ-vasıta istihdâf edilmiştir. Zekâtın yalnız Müslümanların ağniyâsından alınıp yine yalnız Müslümanların fakirlerine verilen bir fariza-i muhkeme olduğudur. Nezir, keffâret gibi zekâtın gayri vecâib-i mâliye ile ihtiyara tâbi olan nafile sadakalarda böyle bir husûsiyet yoktur. Bunlar, zımmî vatandaşların fakirlerine de verilebilir. Mümtehine Sûresi’nin 8. âyetinde: “Allah sizi, dinde sizinle mukatele ve muharebe etmeyen ve sizi vatanınızdan çıkarmayan müşriklere birr ü ihsandan ve onlara adl ile muameleden menetmez. Allah her hususta icra-yı adalet edenleri sever.” buyrulup, gayr-i muhârib zımmîlere karâbet-i vataniyyeye riâyet edilerek birr ü ihsan edilmesi mübah kılınmıştır. Bu da son derece insanî ve ahlâkî bir medeniyet örneğidir. Bu müsamaha gayr-i muhârib küffâra mahsustur.

Harbîlere gelince, bunlar hakkında “Dinde sizinle mukatele eden ve sizi vatanınızdan çıkaran muhâriblere karşı da birr ü ihsandan, müsamahadan Allah sizi kat’i sûrette nehyeder.” (Mümtehine Sûresi Âyet: 9) buyrulmuştur. Sadaka vâcib olsun, mendub olsun, muhâribe sadaka vermenin câiz olmadığında ulemânın ittifakı bulunduğu bildirilmiştir.