Ahval-i kabir hakkında muhtelif rivâyet ve ehadis-i şerife mevcuttur.
Buharî Hadis No: 658- Enes ibn-i Mâlik’ten (ra) Nebi’nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “(Mü’min) Kul, kabrine konulup onun ashab ve yârânı geri dönüp gittiklerinde -ki meyyit, bunlar yürürken ayakkabılarının sesini bile muhakkak işitir- ona (Münker ve Nekîr adlı) iki melek gelir. Bunlar meyyiti oturturlar. Ve ona:
-Hâ! Şu Muhammed (sav) denilen kimse hakkında (ki kanaatin nedir?) ne dersin? diye sorarlar. O mü’min de:
-Samimi bildiğim ve size de bildirmek istediğim şudur ki, Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve Allah’ın Resûlüdür, diye cevap verir. Bunun üzerine melekler tarafından:
-Ey mü’min! Cehennemdeki yerine bak! Allah-u Teâlâ bu azab yerini senin için cennetten (yüce) bir makama tebdil eyledi, denilir. Nebi (sav): ‘O mü’min, cehennem ve cenneteki iki makamını birden görür.’ buyurmuştur. Fakat kâfir veyahut münafık olan meyyit (meleklerin bu suâline karşı)
-Muhammed (sav) hakkında bir şey bilmiyorum. Halkın ona (peygamber) dedikleri bir sözü (işitir), ben de halka uyup söylerdim, diye cevap verir. Bu iki melek tarafından bu kâfir veya münafıka:
-Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın, denilir. Sonra bu kâfir veya münafıkın iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yiyince kâfir veya münafık şiddetli sayha ile bir bağırır ki, bu feryâdı ins ve cinden başka bu ölüye yakın olan her şey işitir.”
Meyyite gelen bu iki gök siyah renkli meleğin hilkati; insanların, meleklerin, hayvanat ve sâir behâimin hilkatlerine benzemeyip maruf ve malûm olmayan bir şekl-i garîbde yaratılmış olmalarındandır ki; kendilerine Münker ve Nekîr ismi verilmiştir. Bu iki kelimenin medlûl-ü aslîsi birdir.
NOT: Sekaleyn; ins ile cindir. Bu iki sınıfa sekaleyn denilmesi, küre-i arzın başlıca ağırlığını teşkil etmelerinden dolayıdır. İns ve cinin kâfir ve münafık cenazesinin kopardığı bu canhıraş sayhayı duymamasının hikmeti: Dâr-i ibtilâ olan bu fena âlemindeki ibtilâ ve imtihanın devamıdır. Duymak mümkün olsa, ibtilâ ve imtihan ortadan kalkar ve iman bir zaruriyet hâlini alır.
Bu hadis-i şeriften müstefad olan hükümler arasında en mühimi kabir azabının sübûtudur ki; Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebidir. Kabir azabı keyfiyeti Kitap ve Sünnet’teki delâilin kesretiyle mümtaz olan mesâil cümlesinden ve İslâmî hükümler meyanındandır.
“Tâ-Hâ Sûresi”nde “Kim ki benim zikrimden, bana ibâdetten yüz çevirir, o kimse için sıkıcı bir hayat tarzı yaşamak mukarrerdir.” 124’ncü âyet-i kerimesindekiمَعِيشَةً ضَنْكاً “Maişeten Dankâ” ile murad, ehl-i küfre yapılacak kabir azabını haber vermektir.
Hâkim’in rivâyetinde şu tafsilat vardır: Mü’min kabre konunca hemen kıldığı namazı başucuna; orucu sağ tarafına; zekâtı sol tarafına; sadaka, sıla ve bütün hayrât ve hasenâtı ayakları altına gelip ahz-i mevki ederler. Herhangi bir cihetten mü’minin yanına gelmek istenilse menolunuyor, yanına gelmek mümkün olmuyor. Bu sırada da mü’mine, güneş gurub hâlinde temessül ediyor da “Durun, namazımı kılayım!” diyerek suâl meleklerini istizâre dâvet ediyor.
Kabir azabına delâlet eden sahih hadisler ve mütevâtir haberler pek çoktur. Kabir azabı yalnız ehl-i küfre değil, “Ehl-i ma’siyyetin kabirde azab olunmaları da haktır.” cümlesi ehadis-i Nebevî’de vâriddir.
Kabirde tekrar insana akl-ı şuuru iade olunarak hayata kavuşacaktır. Ref’ olunup çıkan ruh, tekrar iade olunacak. Melekler meyyite suâllerini sorup gittikten sonra, eğer meyyit said bir kimse ise, onun ruhu cennete gider, eğer şaki ve günâhkâr ise, onun ruhu da cehennemin kenarında büyük bir taş üzerine gider. İbn-i Abbas’tan rivâyet edildiğine göre, bir kısım insanlar da Berzah’ta bulunurlar ki, burası ne cennettir ne de cehennem. Ashab-ı A’râf kıssası da buna delâlet eder.
Bazı ulemânın beyanına göre ervâh-ı suadâ’ cennette olmakla beraber kabirlerine olan alâka ve ittıla’ları kesilmez. Bu alâka bilhâssa Cuma gece ve gündüzü ile Cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar pek canlı bir sûrette vuku bulur. Ervâh-ı suadâ’, dünyadaki dirilerin işledikleri işlerden de haberdar olurlar. Said olan biri vefat ettiğinde ona dünyadaki âşinalarının ahvalinden ve “Filan ne iştedir? Filan ne yapıyor?” diye birer birer sorarlar. Eğer yeni ölünün ruhu sorulan kimse hakkında hayır haber verirse, saîl olan ruh “Yâ Rabb! Bu dostumuzu hayrında dâim ve sabit kıl!” diye dua eder. Eğer hayırdan başka bir cevap verirse, bunu da “Yâ Rabb! Hayra yönelt, hayra çevir!” diye dua ederler. Eğer yeni ruh “O dostunuz bir zaman evvel ölmüştü. Size gelmedi mi?” diye cevap verirse, bu defa da إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ(İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn) “Biz Allahınız ve nihayet ona döneceğiz.” (Sûre-i Bakara Âyet: 156) derler ve “Yazık, bizim yolumuzdan başka bir yol tutmuş da cehennemdeki durağına gitmiş.” diye acınırlar.
Bazı âlimler de ervâh-ı suâdanın kabirlerine olan bu alâkaları sırasında kendilerine selâm veren kimsenin selâmını işitirler. Kendilerine izin verilirse, selâmına mukabele de ederler, demişlerdir.