Buharî Hadis No: 622- Ebû Hüreyre’den (ra) şöyle rivâyet edilmiştir: “Resûlullah (sav) Necâşi’nin vefatını, Necâşi öldüğü günü (mescidde bizzat) haber verdi. (Sonra mescidden) musallaya çıkıp Ashabı ile saf bağlayarak dört tekbir aldı.”
NOT: Necâşi, Habeş meliklerine verilen unvandır. Bu Necâşi’nin ismi Ashame’dir.
Bu hadisten çıkarılan ahkâm-ı şer’iyye:
1- Cenaze ilanının cevazı: Yani “Filan kimse öldü.” diye münâdi vasıtasıyla ilan etmenin câiz olup olmadığı hususunda ulemâ arasında ihtilâf vardır. Cehalet devrinde de ilan vardı. “Filan öldü. Anınla birlikte Arab kavmi de öldü.” diyerek ilan edilir; bu ilanı da inlemeler, saç-baş yolmalar, çığlıklar, yaka-paça yırtmak gibi türlü çılgınlıklar takip ederdi. Böyle münkerât olmamak şartıyla erkânı ile meyyitin âilesi tarafından akrabalarına, dostlarına, ihvan ve yârânına ilan edilmesinde beis yoktur; müstehab görülmüştür. Akraba taallukatı ilan edebilir. Bugünün neşriyat vasıtaları olan radyo, televizyon, gazete, telefon ve telgraf, minarelerde salâ verilmesi gibi. İmâm-ı Ebû Hanife ve İmâm-ı Mâlik ilanda hiçbir mahsur görmemişlerdir. Ahmed ibn-i Hanbel bu ilanı yalnız akrabaya tahsis etmiştir. Bazıları öldüklerinde “Na’y (yaka-paça yırtmak, bağırmak) olur.” diye ilanı istememişlerdir. Çünkü na’yı Resûlullah (sav) menetmiştir. Nefs-i ilanda ehl-i ilim ittifak etmişlerdir; hiçbir vechile münker görmemişlerdir.
2- Cenaze namazının mescid dâhilinde değil, mescidin dışında musallada kılınmasıdır. Yani mescidin asıl namaz kılınan yerinde cenaze namazı kılınmaz, havlusunda kılınır. Bu, İmâm-ı A’zam’ın görüşüdür. İmâm-ı Şafii ve İmâm Ahmed ibn-i Hanbel, cami telvis edilmemek şartıyla cenaze namazının camide kılınmasını kabul etmişlerdir. İbn-i Ebî Şeybe Musannef’inde لَهُ صَلَوةَ فَلاَ (Felâ salâte leh) “O kimse için namaz yoktur.” hadisi şerifine göre, camide namazın kılınmaması rivâyeti daha çok sarihtir.
3- Cenaze namazında saf bağlamak sünnettir. Tirmizî’den rivâyet edilen bir hadis-i şerifte “Hangi bir cenaze ki, onun üzerine üç saf cemaat namaz kılar, cennet veya mağfiret ona vâcib olur.” buyrulmuştur. 40 kişi bir ümmet, bir cemaattir.
4- Gâib üzerine cenaze namazı kılınmasını, İmâm-ı Şafii ve İmâm-ı Ahmed ibn-i Hanbel, bu hadisi hüccet kabul ederek cevaz vermişlerdir. Bu keyfiyetin tayininde Nevevî diyor ki, meyyit o belde içinde ise Şafii mezhebinde de imâm meyyitin yanında hazır bulunmadıkça namazın câiz olmadığıdır. Bazı Şafii ulemâsı bunu tecviz etmiştir. Ebû Hanife ile ashabı, gâib üzerine cenaze namazı kılınmasını tecviz etmemişlerdir. Bunu, Necâşi için husûsi bir ahval kabul etmişlerdir. Yine bu hususta bazı müstesna fetvalara nazar edilmezse, gâib üzerine namaz kılınması hususunda bu hadis ile amel edilmemesi hakkında ümmetin ittifakı vardır, denilmiştir.
5- Cenaze namazının dört tekbirle kılınmasıdır.
Çocuklarının hayatı, sıhhati üzerinde her an için titreyen bir ana, baba -Allah vermesin- günün birinde çocuklarının ölümü ile müsâb olursa, acaba bunlar ne ile müteselli olabilir? Ne sûretle tesliye edilebilir? Ana, babanın vicdanlarında evlâd sevgisinden daha üstün bir kıymet yoktur ki, medâr-ı teselli ve tesliyet olsun. Ancak bu teselliyi dinlerinde ararlar. Dinin de ilk sunduğu teselli tiryâkı ise Cenâb-ı Hakk’a rücû ve sabırdır. Ana ve babanın bu azim ıstırabında teselli ve sabır kaynağı, Rabbimizin hesapsız mükâfatıdır. Ve bu mükâfat, Nebimiz (sav) vasıtasıyla şu hakikat üzerine ihbar edilmektedir:
Buharî Hadis No: 624- Enes ibn-i Mâlik’ten (ra) Resûlullah (sav) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: “Üç çocuğu henüz erlik çağına ermeden vefat etmiş hiçbir Müslüman yoktur. Ancak Cenâb-ı Hakk o Müslüman’ı, bu çocuklara ihsan buyurduğu geniş rahmet ve keremi ile cennete idhâl eder.” Erkek ve kız çocukları müsavidir.
Mü’mine ezâ veren her şeye musibet denilmiştir. Bu musibet çok şedid olduğundan sabırla Hakk’a teveccüh edilirse, ecri de o nisbette azimdir. Bazı rivâyetlere göre iki, hatta bir çocuk kaybeden ana ve babaya da aynı derece ve sevabın lütfedildiği kaydedilmiştir. Çünkü hiçbir musibet evlâd acısı kadar dilsûz değildir.
Etfâl-i Müslimînin cennetlik oldukları bu hadis-i şerife göre tebeyyün etmiş olup, bu hususta icmâ vardır. Etfâl-i Müşrikîn hakkında ise ihtilâf edilmiştir. İmâm Ebû Hanife bu meyanda tevakkuf edilmesi ictihâdında bulunmuştur. Nevevî “Sahih olan cennetlik olduklarıdır.” demiş. Ehl-i cennetin hâdimi oldukları hakkında da rivâyet vardır. “Ehl-i nârdır.” diyenler de vardır. İlm-i ilâhîye muhavvel bir keyfiyet bulunduğundan ve bu babda rivâyet edilen haberler de ihticâca sâlih görülmediğinden en doğrusu tevakkuftur.
Meyyiti gasletmek farz mıdır, vâcib midir, sünnet midir? Hanefiler’e göre, kifâye olarak vâcibdir. Ölünün gasli, diriler üzerinde ölünün en büyük hakkıdır. Bazı fukahâya göre meyyitin gasli, tekfîni, namazı kifâyeten farz; bazılarına göre de farzdır. Şehidden gayrisinin yıkanmasında icmâ vardır.
Cenaze namazının şerâit-i sıhhati; sâir namazlar gibi abdestsiz, istikbâl-i kıblesiz, üryân (çıplak) olarak bu namazın da câiz olmadığıdır. Diğer namazlardan farkı rükû ve sücûdu ihtiva etmemesi ve böyle meşru olmasıdır.
Allah için salâta, meyyit için duaya niyet edilerek (Er kişi veya hatun kişi veya çocuk için tasrihat lâzımdır.) dört tekbirle kılınır ve -Hanefi fukahâsınca- sağa ve sola selâm vermek sûretiyle cenaze namazından çıkılır. Dört tekbirden fazla tekbir getiren imâma uyulmaz. İmâm beş tekbir alırsa, -Hanefi, Şafii ve Mâlikî mezheblerine göre- me’mûm beşinci tekbiri almaz, selâm da vermez; imâmı bekler, imâmla birlikte selâm verir. İlk iftitah tekbirinde el kaldırılıp el bağlanır; diğer üç tekbirde el kaldırılmaz. İmâm Ebû Hanife Hazretleri; abdest ile iştigal ederek cenaze namazını kaçıracağına kanaat eden kimse için suyun mevcûdiyetiyle beraber teyemmümü tecviz etmiştir. Yalnız bundan cenazenin velîsini müstesna tutmuştur. İmâm Mâlik ve Şafii hazarâtı da bunu kabul etmemişlerdir. Cenaze namazına abdest alarak çıkıp da abdesti sonra bozulan kimse için teyemmüm etmesi câizdir, abdestsiz çıkan kimse için câiz değildir, demişlerdir. Âkıl, bâliğ olmayan çocukların da cenaze namazında bulunması câiz görülmemiştir.
Bazı ehl-i ilim; tehir-i salât olan üç vakitte (güneş doğarken yükselene kadar; üstüvâ-yi şemste, gün ortasında, güneş batıya devrilene kadar; güneş batarken gurub edene kadar) cenazeye namaz kılınmasını kerih görmüşler ve bununla amel etmişlerdir. Ahmed ibn-i Hanbel de aynı görüştedir. İmâm-ı Şafii Hazretleri; sâir namazların kılınması mekruh olan bu vakitlerde cenaze namazı kılmakta bir beis görmemiştir. Güneş sarktıktan sonra da zaruret olmadıkça definden menedildiğimiz için bu vakit, dördüncü vakit oluyor, denilmiştir.
Namaz kılan cemaatin ekall-i cemi’ olan üç saffın müstehab olduğudur.