Eimme-i Hanefiyye, doğum sırasında eser-i hayat izhâr eden çocuğa ad verilir, gaslolunur, namaz kılınır, demişlerdir. Doğumu ile ölümü bir olan, fakat kendisinde eser-i hayat görülen çocuk da aynı fetvaya tâbidir. Hayat görülmezse gaslolunmaz, vâris olamaz; tabiî kendisinden tevârüs de mümkün olmaz. İmâm Ebû Hanife “Doğum sırasında çocuğun kısm-ı ekserîsi harice çıkar ve hareket ederse, buna namaz kılınır. Eğer çocuğun az kısmı çıkar da ölürse, buna namaz kılınmaz.” demiştir. İmâm-ı Muhammed “Hilkati zâhir olan ölü çocuk gaslolunur, kefenlenir, fakat namazı kılınmaz.” demiştir. Çocuğun ağlaması bi’l-icmâ istihlâldir, yani nişâne-i hayattır. Mevlûdun aksırması, hareket-i kesîresi, biraz meme emmesi de Ebû Hanife ve Şafii mezhebine göre ağlamak hükmündedir. Bazı Mâlikîler çocuğun işemesini, büyük abdest yapmasını nişâne-i hayat addetmişlerdir.
Buharî Hadis No: 664- Ebû Hüreyre’den (ra) Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: “Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anasıyla babası onu Yahudi yahut Nasranî yahut Mecûsi yaparlar. Nasıl ki bir hayvanın yavrusu tâmmü’l-a’za olarak doğar. Hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü?”
Fıtri din İslâm dinidir; tevhid dinidir. Hazret-i Âdem’den (as) Hazret-i Muhammed’e (sav) gelinceye kadar bütün peygamberler İslâm dini esaslarını ve tevhid akîdesini tebliğe memur edilmişlerdir. Bu din-i mübin, müstaid olduğu gaye-i kemâli ancak Hâtem-i Enbiyâ’da (sav) bulmuştur.
İnsanlarda din duygusunun ve hakikat aşkının fıtri oluşu ve akıllara hayret veren şu hayatın ve harici, dâhili birtakım ihtisâsatla mücehhez bulunan şu muazzam bina-yi beşerin, o necib din duygusu üzerine kuruluşu, mevcut ağır hayat şartlarının şedâid-i karşısında bir ilâhi zaruriyettir. Eğer Allah-u Teâlâ böyle kuvvetli bir fıtri kabiliyet vermemiş olsaydı beşeri mes’ul tutmaz idi. Tıpkı bir körü görmediğinden, bir sağırı işitmediğinden dolayı mes’ul tutmak gibi abes bir hareket olmayacağı gibi.
Sûre-i Rûm Âyet: 30- O hâlde (Habibim) sen yüzünü bir muvahhid (Allah'ın birliğine iman eden) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. (Fıtrat-ı İslâm üzere) Allah'ın yaratışına (hiçbir şey) bedel olmaz. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Ehl-i tefsir, âyet-i kerimedeki “Fıtrat”ı din-i hakkı kabule istidat ve kabiliyet mânasına hamlederler ki, nazmın muktezası budur, “Hilkat-i asliyye” demektir. Nevzâd, teklif-i ilâhiyyeyi temyize, şuûnat-ı kevniyyeyi tefrika müstaid bir hey’et ve kabiliyette yaratılmıştır. Bu kabiliyet inkişâf ettikçe, nevzâd Hâlik’ını bilir ve bulur, Şerâyi’deki hüsnü idrak eder. Bu fıtrat, tıpkı görmek, işitmek yaratılışları gibidir. Bunun içindir ki cumhur-ı ulemâ, sinn-i kemâli idrak edemeden ölen çocuğun -şirkten ve küfürden sâlim bir hâlde iman üzerine yaratıldığı için- cennetlik olduğunu kabul etmiştir.