Gazevât-ı seniyelerinin âhiri olan Tebük gazvesinde Nebiyy-i Ekrem’in (sav) bir defa salât-ı fecri Abdurrahman b. Avf’ın (ra) arkasında kılmış olduklarını Müslim rivâyet ediyor. Ancak diğer bir rivâyette: “Ebû Bekir (ra) Resûlullah (sav) kendisinin ardında saffa dâhil oldukları hâlde namazı kıldırdı.” rivâyetinden ezcümle anlaşılmıştır ki, son maraz-ı Nebevî esnasında mescide iki defa çıkılmış olup birinde imâm, diğerinde me’mûm olmuş oldukları cihetini daha kavî görüyorlar. Dârekutnî de Muğire b. Şu’be’den (ra) merfûan: “Hiçbir Nebi, kavminden biri kendisine imâm olmadıkça âlem-i ukbâya intikâl etmemiştir.” hadisine göre, zâtına vakt-i âhirde imâmiyet olunuşu bilittifaktır.
İrtihal-i Nebevîleri’nde Refîk-ı A’lâ’yı Rabbından taleb etmiştir. Zira Allah, her nebiyi bu hususta muhayyer tutmuş olup, Peygamberimiz (sav) de her nebi gibi azm-i ukbâyı bu âlemde bakaya tercih etmişler; Refîk-i A’lâ’ya talib olmuşlardır. İrtihâli demi zâhir sözü “İlâhi, bana mağfiret et, merhamet et, beni Refîk-i A’lâ’ya ilhak et!” buyurduklarını işittim, diyor, Âişe (rha) Hazretleri.
Refîk-i A’lâ: Sükkân-ı illiyyîn olan enbiyâ ve melâike-i mukarrebîn hazarâtından mürekkep yârân-ı bâ safâdır. Sallallahu aleyhi ve sellem teslimen kesiren dâiman ebedâ.