Tasvirlerin kat’-ı salât olduğuna ve namazın iade buyrulduğuna dâir hiçbir kayıt olmadığı için bunların hükm-ü kerâhet olduğu istidlâl olunmuştur. (Buharî Hadis No: 244) Tecemmülde istimâli mekruh olunca, libasta kerâhet istimâli evleviyette kalır. Gölgesi düşen tasvirle gölgesi düşmeyen tasvir beyninde (arasında) fark olmadığı gibi; perde, yaygı veya duvar üzerinde olması beyninde de fark yoktur. Bilhâssa namazda buna daha ziyade dikkat etmek iktiza eder. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın teveccühüne mâni olur.
Hanefiyye; yayılıp ayakaltında kalan şeylerin nehiyden hariç olduğuna kâil olmuşlardır. Kubbe üzerindeki tasvirleri mekruh addetmişler, yastıklarda sûret bulunmasında beis görmemişlerdir. Çünkü bunlar da çiğnenebilir. İmâm Ebû Hanife ile ashabı, odalarda timsal olarak konan tesâviri mekruh gördükleri hâlde yere yayılan şeylerde beis görmezlerdi. Asılmış perdelerdeki tesâvirin kerâhetinde de ihtilâf yoktur. Bazı fukahâ da zâtı eşyaların üzerindeki temâsili mekruh görmüşlerdir. Meğerki kumaşta nakış (yazı) ola. Şafiiler ise ister elbise, ister yaygı ve sâire üzerindeki bütün sûretleri mekruh görüp hiç birini diğerinden tefrik etmemişlerdir.