1.10. EZAN MESELESİ

Ezandan hâsıl olan fevâid; vaktin girdiğini ihbar, nâsı cemaatle namaza dâvet, şeâir-i İslâm’ı izhâr gibi pek mühim vazifedir. Buharî, ezan hadislerinden evvel وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلاَةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباً (Ve izâ nâdeytüm ilessalâtittehazûhâ hüzuven veleibâ) “Namaza ezan okuduğunuz zaman onu bir eğlence ve oyun yerine koyuyorlar.” (Mâide Sûresi Âyet: 58) ve يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ (Yâ eyyühellezîne âmenû izâ nûdiye lissalâti min yevmil cumu’ati fes’av ilâ zikrillâh) “Ey o bütün iman edenler! Cum’a günü namaz için nidâ olunduğunda hemen Allah’ın zikrine koşun!” (Cuma Sûresi Âyet: 9) âyetlerini teberrüken zikrediyor ki, ezanın nass-ı Kitab-ı Kerim ile sabit olduğuna işaret ediyor.

Şimdiki ezan meşru olmazdan evvel namaz vaktinin ihbarı için sokaklarda الصَّلَوةَ الصَّلَوةَ (Essalâte, essalâte) “Buyurun namaza, buyurun namaza!” diye nidâ edilirdi. Bunda güçlük olduğu için Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz Ashabı’nı toplayarak müşâverede bulundular. Bununla beraber bir kat’i karara varılamamıştı. Nihayet Abdullah b. Zeyd b. Abd-i Rabbih Ensârî ile Ömer b. Hattâb’ın (ra) rüyalarını te’kid eden vahy-i ilâhi ezanı şu bildiğimiz tarz ve sûrette teşrî eylemiştir. Kâimen ezan sünnettir.

Sabah ezanına Bilâl (ra) Hazretleri النَّوْمِ مِنْ خَيْرٌ الصَّلوةُ (Essâlâtü hayrun minennevm)’i ilâve etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz de bu ziyadeyi ikrar buyurmuşlar; olduğu gibi bırakmışlardır. Enbiyâdan; başka kimselerin rüyalarıyla hüküm sabit olmadığı hâlde nasıl olmuş da ezan, Sahabe rüyasıyla bina edilmiş, denilirse, vahiy ile teyid edilmiş olması gerçek olur. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) “Bu dediğin husus için vahiy daha evvel geldi.” buyurmuşlardır. Sîre-i ibn-i Hişâm şârihi Süheylî der ki: Ezan, Resûlullah (sav) Efendimize leyle-i İsrâ’da yedi kat semâvâtın fevkinde gösterilmiştir. Bu ise vahiyden ekvâdır. Onun için rüyaya itibar buyurmuşlardır. “İnşâ-allah bu, rüya-yı haktır.” buyurup bundan, semâda gördüklerinin arzda sünnet olması murad-ı ilâhi olduğunu istidlâl ettiler.

Ezanda tesniyenin (kelimâtı ikişer ikişer söylemek) vâcib olduğunda şüphe yok ise de nefs-i ezan sünnettir. Nefs-i ezan metn-i hadiste mevzubahis olan emirden dolayı farzdır, denildiği takdirde ise farz-ı kifâyedir. Zira ezanı terke bir belde ahâlisi ittifak ederlerse, onlara karşı kıtâl lâzım gelir.

Buharî Hadis No: 360- Ebû Hüreyre’den (ra): Şöyle demiştir: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Namaza nidâ edildiği vakit şeytan ezanı işitmemek için (yahut ezan sesini duymayacak yere kadar yahut duymayayım diye) yüz-geri edip (kemâl-i telaş ile) yellene yellene kaçar. Nidâ bitince yine (vesvese etmek üzere döner) gelir. Namaz için tesvîb (yani ikâmet) edilince yine (evvelki gibi) yüz-geri edip kaçar. Tesvîb de bitince (vesvese için) gelip insan ile nefsi arasına sokulur. ‘Falan şeyi hatırla, falan şeyi hatırla!’ diyerek (namazdan evvel insanın) hiç de aklında olmayan şeyleri yâdettirir (durur). Tâ (insan) kaç rekât kıldığını bilmez oluncaya kadar (kendisiyle uğraşır).

Ezandan şeytanın kaçması:

1- Müezzine şâhid olmamak için.
2- Ezan, şeâir-i dini izhâr olduğu için bu ilana uymak onun için ma’siyyet olur.
3- Ezan namaza, yani secdeye dâvet olduğundan, kendisi secde-i Adem yüzünden Dergâh-ı İzzet’ten tart olduğu için icâbet ona yine ma’siyyettir.

Ezanı hasbeten-lillah okuyan müezzinler bir fazilet-i uzmâdan hissebend olurlar. Müezzinin sesinin yetiştiği yere kadar ins, cin ve hatta ezanı duyan hiçbir şey yoktur ki müezzine hüsnü şahâdette bulunmasın. Hadis bu fazileti bize tebşir buyurmaktadır. Ayrıca müezzine mağfiret vardır. İki namaz arasındaki günâhları bağışlanır. Lâ ilâhe illallah dedikleri için yevm-i kıyamette boynu, yani boyu en uzun olanlar olacaktır. Dâvet ettiği cemaat namazına hazır olana da yirmibeş namaz yazılır. Bu şahâdete melekler de dâhildir. Bazı ulemâ bu şahâdetin kıyamette lisan-ı hâl ile olduğuna kâildirler. Bazı ulemâ da bu şahâdeti hakikati üzere alırlar ki, ekser ulemâ bu şahâdete mütemayildirler.

Ezan, sehl ü semh (fasih, elfaz-ı ezanı açık söyleyerek) okunur. Başka cihetle menhîdir. Yani ezan kelimelerini belli etmeyecek derecede nağme-teganni ile okumak -ezan Din-i İslâm’ın şiarı olduğu için- terki câiz olmayan ahkâmdandır.

Buharî Hadis No: 363- Ebû Saîd-i Hudrî (ra) şöyle demiştir: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “(Müezzinin) Nidâsını işittiğinizde (siz de) onun dediği gibi deyiniz.”

Ezanın lafzı dört yerde aynen okunmayıp cevab-ı duada bulunulur. Diğer yerleri aynen müezzinle beraber okunur.

1- الصَّلَوةِ عَلَى حَيَّ (Hayyaal-essalâh)ta: لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh)
2- الفَلاحٍ عَلَى حَىَّ (Hayyalel-felâh)ta: يَكُن لَمْ يَشَاءَ لَمْ مَا وَ كَانَ اللَّهُ مَاشَاءَ (Mâşâallâhu kâne ve mâ lem yeşâ’ lem yekun)
3- النَّوْمِ مِنْ خَيْرٌ الصَّلوةُ (Essalâtü hayrun minen-nevm)de: رْتَ بَرِوَ صَدَقَْتَ (Sadakte ve berirte)
4- الصَّلَوةُ قَامَتِ قَدْ (Gad gâmetis-salâh)ta: دَامَهَا اَوَ اللّهُ قَامَهَااَ (Egâmehallâhu ve edâmehâ)

Ezanı işiten herkes -ister vücûben, ister istihbâben- mâni olmadıkça müezzine icâbet eder. Mâni hâl, ehl-i hâl-i mücâmaatta yahut namazda bulunmak gibi ahvaldir. Bu hâllerde bulunanlar, mânileri zâil olduktan sonra icâbet ederler. Kıraat-ı Kur’ân, zikir, tesbih gibi ef’al ile meşgul iken ezanı duyarsa, bunları tehir edip ezanı dinler; kelime kelime cevap verir. Ezan okunurken selâm dahi verilmez; redd-i selâm da edilmez. İcabetten başka bir şey ile iştigal olunmaz. Şayet iştigal edecek olursa, fâsıla da çok uzamazsa, yine icâbet lâzım gelir, bu müstehabdır.

Ezan bitince yapılacak dua: أَللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَ الصَّلاَةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ (Allahümme Rabbe hâzihi’d-dâ’veti’t-tâmme ve’s-salâti’l-kâime Âti Muhammeden el-vesîlete ve’l-fadîle, veb’ashü mekâmen Mahmûden ellezî veaddehu) “İlâhi! Bu dâvet-i tâmmenin, bu salât-ı kâimenin (kılınmak üzere olan namazın) ey Rabb-i Celîli! Muhammed’e (sav) vesîleyi, fazileti ihsan et! Bir de kendisine vaad ettiğin Makâm-ı Mahmud’u verip oraya vardır.”