5.31. ZIMMÎLERE CİZYE, HARBÎLERLE MÜTAREKE VE MUSÂLEHA AKDİNE DÂİR HÜKÜMLERİ BİLDİREN HADİSLER

Buraya kadar Buharî, Arap Ceziresi dâhilindeki müşriklere karşı açılan cihadın faziletlerini, esnâ-i cihadda Peygamberimizin (sav) riâyet buyurdukları medeni ve insanî sünnetlerini, ganimet mallarının taksimi sûretlerini, ganimet ve devlet malına karşı hıyanetin dünyevî hükmünü, uhrevî ukûbetini bildiren hadisleri rivâyet etmişti. Bu hadiste Cezire haricindeki Ehl-i Kitab ve Mecûs ile cizye ve mütareke gibi askeri, siyasi ve iktisadî münasebetlere dâir hadisleri rivâyet etmiştir.
Müellif Buharî bu bâbında Tevbe Sûresi’nin 27. âyetini umûmî olarak zikretmiştir ki, meâli şöyledir: “Ey mü’minler! Kendilerine kitap verilip de Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığı şeyleri haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen şu kimseler (Yehûd ve Nasâra yok mu? İşte onlar) kendi elleriyle cizye (getirip) zelilâne verinceye kadar onlara karşı cihad ediniz.”
Bu âyet-i kerimede Allah’a ve âhiret gününe iman, muharremâtın hürmetine itikad esaslarından sonra dindarlığın en âli bir mümeyyiz vasfı bildirilmiştir ki, hak din ile tedeyyündür. Bu da yalnız İslâm dinine hâs bir vasıftır. Çünkü Allah’ın haklarını, kullarının umûmî menfaatlerini inceden inceye tetkik ederek her ikisini telif eden İslâm dinidir. Binâenaleyh, nübüvvet ve risâleti âlemlere şâmil bir rahmet olan Peygamberimizin (sav) en birinci vazifesi, din nâmına zulme uğramış Ehl-i Kitab müntesiblerini Müslümanlığın halâskâr hak ve ma’dilet câmiasına dâvet etmek idi. Bu mukaddes vazifeyi ifâ için ilk cihad emri bu âyetle verilmiştir.
Bu tarihe kadar tevhid dininin Arap müşriklerine karşı açtığı harp ve cihad zaferle neticelenmiş ve Arap kabileleri fevc fevc gelerek Müslümanlığın hidâyet ve himayesine girmişlerdir. Şimdi Cezire haricindeki milletlere Müslümanlığın hak ve adalet prensiplerini tebliğe sıra gelmişti.
Bu âyetle Ehl-i Kitab’a karşı açılması emr olunan cihad da taarruzî bir mahiyette değildir. Harb, son müracaat edilen bir müdafaa şeklidir. İslâm tarihindeki cümle harbler, İslâm üzerine Hıristiyanların tecavüzleriyle veyahut büyük devletlerin tehlikesini önlemek için cihad ihtiyar edilmiştir. Irak üzerine hareket de İran tehlikesine karşı iltizam edilmişti, İran’ın fethi için değildi. Hazret-i Ömer’in (ra): “Keşki İran’la aramızda ateşten bir dağ bulunsaydı da birbirimize taarruz etmeseydik.” sûretinde meşhur temennisi, taarruzî bir hareket iltizam edilmediğini pek açık olarak gösterir. Bütün ordu kumandanlarına da Resûlullah’ın (sav) sünneti vechile ibtidâ tevhid akîdesinin teklif edilmesi, kabul edilmediği sûrette cizye ile sulh olmalarını tembih etmesi de İslâmiyet’in sulh ve müsâlemet dâiresinde tebligat ile neşri matlûb olduğunu ifade eder ki, yukarıdaki âyet-i kerimeden müstefad olan da budur. Harb, son müracaat edilen tedâfüî bir tedbir idi.
5.31.1. Cizye
Fukahâ örfünde Ehl-i Kitab’dan Müslüman olmayanların bir muâhede ile nüfus başına vermeyi deruhte ettikleri vergidir ki, bu vergi bir bakımdan Ehl-i Kitab’ın İslâm diyarında ikâmetleri ve hayat, hürriyet haklarının muhafazası mukabilinde zimmetlerine terettüb eden bir vazifedir. Ve bu cihetle kendilerine zımmî ıtlâk olunur. Öbür bakımdan da Müslümanlıktan imtinalarının cezasıdır. Âyetin son fıkrasında, bu vergiyi deruhte eden muâhidlerin vergilerini bizâtihi kendileri getirip zelilâne bir vez’ile vermelerinin şart kılınmış olması da bunu teyid etmektedir. Bu vergi her muhite ve o muhitteki halkın zenginliğine ve fakirliğine göre değişmiştir. Mesela Şam Hıristiyanlarından nüfus başına dört dinar, Yemen gayr-i Müslimlerinden bir dinar alınmıştır. Katâde’den bunun sebebi sorulduğunda “Şamlıların zengin olmasıdır.” demiş.
Yukarıdaki Tevbe âyeti, Ehl-i Kitab hakkında vârid olduğuna göre, cizye mukabilinde hayat ve hürriyet haklarının korunması yalnız Ehl-i Kitab’a verilmiş bir hak olmak icâb ederse de yakında tercüme edeceğimiz Ömer ibn-i Hattâb (ra) hadisinde görüleceği üzere, Abdurrahman ibn-i Avf (ra) tarafından Resûlullah’ın (sav) bu Kitabîler gibi Mecûs’a da verdiği rivâyet edilmiş bulunduğundan, Hz. Ömer (ra) tarafından Mecûs da Ehl-i Kitab’a ilhak olunarak, onların da bu haktan istifade etmelerine müsaade edilmiştir.
Müşriklere gelince: Bunlar Arap Ceziresi dâhilinde ve haricinde olmak üzere iki kısma ayrılır: Cezire dâhilindeki müşriklerden Resûlullah’ın (sav) cizye alarak hakk-ı hayat bahşettiği vâki değildir. Yukarıdaki Tevbe âyeti de kitabîler hakkında nâzil olmakla beraber, onlara tahsisi ifade eder bir kayıt bulunmadığından, fukahâ arasında bir ictihâd zemini olan bu mesele hakkında İmâm Ebû Hanife; cizye yalnız Cezire dâhilindeki Arap müşriklerden kabul olunmaz, Cezire haricindeki müşriklerle mutlak sûrette Ehl-i Kitab’dan cizye alınarak hayat ve medeni hukuk bahşolunur, demiştir ki, İmâm Buharî de Sahih’inde Ebû Hanife’nin bu ictihâdını iltizam etmiştir.
İmâm Mâlik ise daha geniş bir ictihâd ile cizye, Arap’tan ve Arabın gayrından -müşrik olsun, kitabî olsun- kabul olunur, demiştir. İmâm-ı Şafii de bu hakkın münhasıran Ehl-i Kitab’a ait olduğunu söylemiştir.
Buharî Hadis No: 1305- Ömer ibn-i Hattâb’dan (ra) rivâyet olunduğuna göre, Hz. Ömer (ra) kendileri vefatlarından bir sene önce Basra valisi (Cez’ ibn-i Muâviye)’ye gönderdiği bir emirnâmesinde:
Mecûslardan (kendi âdetleri ve kendi nikâhlarıyla aralarında zevciyet bulunan) her zî-rahmi mahrem (karı, koca) arasını ayırınız! (Her sâhiri de yakalayıp öldürünüz!) diye yazmıştır. (Vali Cez’den: Üç sâhir bulduk, öldürdük. Mecûslardan da mahrem karı, kocalarını ayırdık, dediği de diğer tarikle rivâyet olunmuştur.)
Râvi “İbtidâ Ömer Mecûs’dan cizye almazdı. Nihayet Abdurrahman ibn-i Avf (ra), Resûlullah’ın (sav) (Bayreyn’in) Hecer (şehri) Mecûs’undan cizye aldığına şahâdet etti. (Bunun üzerine Ömer de almaya başladı, demiştir.)
Mezheb hürriyeti, İslâm dininin ilan ettiği medeni umdelerden en mühimi olduğu ve Mecûs örfünde iki mahrem arasında nikâh câri ve muteber bulunduğu hâlde Hz. Ömer’in (ra), birbirine mahrem olan karı koca arasının tefrikini emretmesi, bu mezheb hürriyetine münâfi görülebilir. Hadis şârihleri bu şüpheyi def’ için Hz. Ömer’in (ra) bu emri, Mecûs mezhebinin nikâh hakkındaki hükmünü nehy ve ilgaya matuf olmayıp belki İslâm dininde menhî olan bu çiftleşmeyi Mecûs’un aleni yapmamalarını ve Müslümanlardan imanı zayıf olanlar arasında fitne ikâına bâis olmamasını teminden ibaret bulunduğunu kaydetmişlerdir. Nasıl ki Hz. Ömer (ra) Nasârânın takındıkları salibin de izhârını ve Nasârâ akîdelerinin ifşa edilmesini yasak etmişti.
Buharî Hadis No: 1308- Ebû Humeyd es-Sâidî’den (ra) rivâyet olunduğuna göre, şöyle demiştir: Biz Nebi (sav) ile beraber Tebük’e gazâ etmiştik. (Sefer esnasında) Eyle Meliki (Buhne ibn-i Ru’be Resûlullah’ın -sav- huzuruna geldi; sulh oldu, cizye vermeyi deruhte eti.) Nebi’ye (sav) (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye etti ve Bürd(-i Yemâni) bir libas giydirdi. Resûlullah (sav) da ona sahil boyundaki köyler halkı hakkında bir amânnâme yaz(dırıp ver)di.
Buharî bu hadis-i şerifi, “İmâm ve devlet reisi bir ülkenin meliki ile sulh ve müsâlemet akdedince, bu müsâlâhanâme hükmünün İslâm harb hukukuna göre o ülke halkı hakkında da muteber olduğuna” dâir açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir.