Buharî Hadis No: 707- Ebû Mûsâ (el-Eş’ari)’nin (ra) şöyle dediği rivâyet edilir: Resûlullah’a (sav) bir sâil geldiğinde yahut kendilerinden bir hâcet istenildiğinde o Hazret bize “Siz de (bu işin husûlü için bana) delâlet ediniz, me’cûr olursunuz. Gerçi Cenâb-ı Hakk Peygamberinin niyaz ve şefaati üzerine ne dilerse onu infaz edecektir.” buyurdu.
Sûre-i Nisâ Âyet: 85’te: “Kim ki bir muhtacın def’-i zarureti veyahut bir mazlumun def’-i mazarratı için şahs-ı sâlis nezdinde şefaat ve delâlet ederse, bu hayra delâlet eden, o hayrı işleyen gibi ecr ü sevabdan nasibedâr olur.” buyrulmuştur.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz de: “Bir kul, mü’min kardeşine yardımda bulundukça, Allah da o kula yardımda bulunur.” buyurmuştur.
Böyle hayra delâlet, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin mekârim-i ahlâk cümlesinden olup, gerek fakir ve gerekse sahib-i hâcet için şefaat ve delâlet etmek mendubdur.
Buharî Hadis No: 710- Ebû Mûsâ (el-Eş’âr-i)’dan (ra) Nebi’nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Efendisinin emrini tamamen, derhâl gönül hoşluğuyla infaz eden ve me’mûrün-bih sadakayı, emrolunan kimseye veren Müslim, hür bir kesedar, sadaka veren iki hayır sahibinin birisidir.”
Efendisinin emriyle, efendisinin servetini israf etmeyerek tasadduk eden vekil-i umûr için de ecr ü sevab vardır.
Vekil-i umûr olan hâdimin sadakadan me’cûr ve müsâb olması bazı kayıtlara tâbi tutulmuştur:
1- Hâdimin efendisinin malını ahz ü sarfa mezun bir vekil-i umûru olması. Mezuniyetsiz tasarruf kat’iyyen câiz değildir.
2- Hâdimin Müslim olması. (Sadakada niyet şart olduğu için. Kâfir olan ise bu ehliyeti hâiz değildir.)
3- Hâdimin emin olması. (Bununla da hıyâneti sabit olan hâdim ihraç ediliyor.)
4- Sadaka hususunda efendisinin emrini infaz etmesi.
5- Hâdimin vermeye memur olduğu sadakayı gönül hoşluğu ile vermesi. Bu şart da niyetin vücudu için lâzımdır.
6- Emrolunan sadakayı, efendisinin emrettiği kimseye vermesi.
İşte bu evsafı hâiz olan bir vekil-i umûr, efendisine vekâleten verdiği sadakadan dolayı iki sadaka verenin birisi bulunuyor; efendisi ile baş başa ecr ü sevaba nâil oluyor.
Dinimiz her hakkın müstehikkına erişebilmesi için muhtemel olan mehâzire karşı tedâbir-i mânia ittihaz etmesidir.