4.6.12. Zekâtı Verilmeyen Malların Sahiplerinin Âhiretteki Hâlleri

Buharî Hadis No: 690- Ebû Hüreyre’den (ra) Nebi’nin (sav) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: “Sahibi tarafından zekât hakkı verilmeyen deve (kıyamet gününde) besili ve en güçlü kuvvetli hâli ile gelerek sahibine musallat olup tabanlarıyla onu çiğner. Zekâtı verilmeyen davar da gayet semiz ve kuvvetli hâli ile gelerek sahibine musallat olup tırnaklarıyla onu çiğner, boynuzlarıyla da vurur.” Resûl-i Ekrem (sav) (devam edip) buyurdu ki “Bu hayvanların haklarından birisi de su başında (sütlerinin) sağılması (fakir ve ebnâ-i sebile tasadduk edilmesi)dir.” Resûl-i Ekrem (sav) (yine devam ederek) buyurdu ki: “Sakın sizden hiç biriniz kıyamet gününde omzuna zekâtını vermediği koyununu veya yüklü devesini avaz avaz bağırtarak ve ‘Yâ Muhammed!’ diye (istimdat ede)rek (bana) gelmesin. Ben ona, Hükm-ü ilâhiden senin için bir zerresini tahfife mâlik ve muktedir değilim. Sana (dünyada) hükm-i ilâhiyi tebliğ ettim, diye cevap veririm.”

NOT: Zekât vermeyenlerin günâh ve azabı, Sûre-i Tevbe’de şu meâldeki âyetlerle sabit edilmiştir: “Sevgili Peygamberim! Altınlarını, gümüşlerini sağlam kasalarda saklayıp da Allah yolunda ferdî ve ictimaî yardımda bulunmayan şu bahilleri pek ziyade elem ve ıztırab veren bir nev’i azab ile müjdele! Yarın kıyamet gününde bu kasaların muhteviyatı cehennemde kızdırılıp onunla bu hasislerin alınları, böğürleri ve arkaları dağlanmaya başlayınca onlara: İşte bunlar sizin dini ve milli yardımlardan esirgeyip de kasalarda canınız için sakladığınız paralarınızdır. Bu çok sevdiğiniz hazinelerinizin meyvesini tadınız!” (Âyet: 34-35) Bu âyet-i kerime, zekât vermeyenlerin, muavenet-i ictimaiyyeden kaçanların günâhını beyan sadedinde nâzil olmuştur. Bu âyet-i kerime umûmiyetle Ehl-i Kitab ile Müslümanlar hakkında nâzil olmuştur. Bazı âlimler de yalnız Ehl-i Kitab hakkında nâzil olduğunu iddia etmişlerdir. İbn-i Abbas’a (ra) göre, İslâm ümmetinden zekât vermeyenler hakkında nâzil olmuştur ki, ekser-i müfessirinin mezhebi de budur. Buharî’nin bu âyet-i kerimenin tefsirinde Zeyd ibn-i Vehb’den (ra) rivâyetine göre, Zeyd diyor ki: Bir ara “Rebze”ye uğramıştım. Orada Ebû Zerr-i Gıfâri’ye (ra) mülâki oldum. Hükümetin (Hz. Osman -ra-) kendisini Rebze’ye niçin nefyettiğini sordum. Şöyle cevap verdi: Şam’da bulunduğum sırada bu âyet-i kerimeyi okur ve bu âyetin Ehl-i Kitab ile Müslümanlar hakkında nâzil olduğunu halka anlatırdım. Muâviye ise: Bu âyet bizim hakkımızda değil, Ehl-i Kitab hakkında nâzil olmuştur, derdi. Bu sebeple Muâviye ile aramız açıldı. Beni Hâlife Osman’a (ra) şikâyet etti. Medine’ye celbedildim. Hz. Osman’a (ra) bu hali arzettim, “Yakın bir tarafa çekil ve halk ile görüşme!” dedi. Ben de: “Bunu yapamam, kanaatimi söylemekten vazgeçmem!” dedim. Hâlife de beni Rebze’ye yalnız olarak nefyetti. (Ve Hilâfet-i Osman (ra) zamanında Rebze’de vefat etmiştir.)

Ebû Zerr-i Gıfâri (ra) Hazretlerinin bu mezhebine göre, âile nafakasından fazla mal iddihârı haram idi. Bu yolda fetva verirdi. Nâsı bu mezheb ve kanaatini kabule teşvik ederdi. Mezkûr şikâyete vesile olmuştu.

Ebû Zerr (ra) Hazretlerinin bu mezhebi hatalı idi. İştirâkiyyûn mezhebi demek idi. Hâlbuki vaîdi mûcib olan kenz, zekâtı verilmeyen maldan ibaret bulunuyordu. Zekâtı verilen mal kenz değildi. Bu sûretle mal cemi ve tasarrufu müstahsen idi. İbn-i Ömer’den, İbn-i Abbas’tan, Câbir ve Ebû Hüreyre ile Hazret-i Ömer’den (ra) mervi olan budur.

Evâil-i İslâm’da mal cemi ve iddihârı haram idi. Zekât farz olduktan sonra bu hürmet nesh olunup mal cemi mübah olmuştur. خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ سَكَنٌلَّهُمْ إِنَّ صَلاَتَكَ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ (Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhüm ve tüzekkîhim bihâ ve salli aleyhim. İnnessalâteke sekenün lehüm. Vallâhu Semî-un Alîm) “Bunların mallarından bir sadaka al ki, onunla kendilerini hem tathir edersin, hem tezkiye; bir de haklarında dua ediver, çünkü senin duan onların kalblerini yatıştırır, Allah semîdir, alîmdir.” (Sûre-i Tevbe Âyet: 103) bu âyetle nesh olmuştur.
الْمَاءِ عَلَى تُحْلَبَ اَنْ حَقِّهَا مِنْ وَ
(Ve min hakkahâ en tuhlebe alel mâi) “Bu hayvanların haklarından birisi de su başında (sütlerinin) sağılması (fakir ve ebnâ-i sebile tasadduk edilmesi)dir.” kavl-i şerifi ile zekâtta başka ikinci bir hak daha bildiriliyor ki, bu da ashab-ı mevâşînin hayvanlarını sulak mahalline getirdiklerinde sütlerinden birer miktarını sağıp fukara ve ebnâ-i sebile tasadduk eylemeleridir. Şârih İbn-i Battal’a göre bu bir Hakk-ı Kerem, Hakk-ı müvâsattır; farz demek değildir, terkine ikab terettüb etmez. Bu süt tasadduku Arapların âdeti idi. Bu hadis-i şerife göre iki nev’i hak oluyor: 1- Farz-ı ayn. 2- Farzın gayri hak. Süt tasadduku ikinci nev’iden ve mekârim-i ahlâk cümlesinden bulunuyor. İkâbı mûcib, farz-ı ayn olan zekâttır.

Ulemâ, ibtidâ-yi İslâm’da bu yolda tasuddukun vâcib bir vazife hâlinde bulunduğunu ve fukara ve zuâfanın su başlarında bu nev’i tasadduktan müstefid olduklarını, fakat muahharen bunun zekât âyeti ile neshedildiğini bildirmişlerdir.

Bazı ulemâ mevâşînin sütünde, eşcârın meyvesinde zekâttan başka fukara ve ebnâ-i sebil için bir hak bulunduğuna kâil olmuşlardır. Bunlar teyid-i müddeâ ederek diyorlar ki: Cenâb-ı Hakk Kalem Sûresi’nde “Onlar bostanlarının gece dökülen meyvelerini fukaraya göstermeden devşirerek sabahlarlar.” (Âyet: 17) buyurmuştur. En’âm Sûresi’nde de “Onlar mahsulün hasad zamanı onun hakkını verirler.” (Âyet: 141) buyurmuştur. Bunlara göre bu hak, zekâttan başkadır ve zekât farz kılındıktan sonra da bâkidir. Vaktiyle ehl-i Medine, hurmalarını topladıklarında hurma salkımlarından götürüp mescidin bir tarafına asarlarmış. Namaza gelen fukara hurmadan yerlermiş.

İbtidâ-yi İslâm’da bunun tediyesi vâcib bir hak olduğu bu âyet-i kerimeden müstefad oluyor. Zekât farz kılındıktan sonra da bu hakkın devam ve bekası rivâyet edilmiştir. Fakat cumhur-ı ulemâya göre bu vücûb, zekât ile ve öşür vâcib kılınmakla nesh edilmiştir. Yalnız müvâsat ve âtıfet kabilinden mendub olarak kalmıştır. İbn-i Abbas (ra) Hazretlerinden umûmî bir kâide hâlinde: “Kur’ân’da zikrolunan her nafaka, zekât farz kılınarak nesh edilmiştir.” dediği rivâyet edilmiştir.

Buharî Hadis No: 691- Yine Ebû Hüreyre’den (ra) Resûllullah’ın (sav) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: “Kim ki Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını vermezse, kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal, sahibi için gayetle semnâk erkek bir yılan sûretine konulur. Bunun iki gözü üstünde (nişâne-i vahşet olarak) iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan (ağzı ile) sahibinin çenesini iki tarafından yakalar. Sonra ‘Ben senin (dünyada çok sevdiğin) malınım, ben senin hazinenim!’ der.” (Yine Ebû Hüreyre -ra- demiştir ki:) Bundan sonra Resûl-i Ekrem (sav) şu meâldeki âyet-i kerimeyi okudu: “Sevgili habibim! Allah hazine-i kereminden kendilerine ihsan buyrulan servetle düşkünlere muavenetten kaçan bahiller zannetmesinler ki, bu hareketleri kendileri için hayırdır. Belki en büyük bir şerdir (bir vebâldir). Yarın mahşerde bunların bu servetleri boyunlarına lâle gibi takılarak teşhir edilirler. (Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 180)