3.1.20. Hacer-i Esved’i İstilâm
Buharî Hadis No: 791- Ömer (ibn-i Hattâb)’dan (ra) rivâyet olunduğuna göre, Müşârünileyh Hazretleri bir haccında Hacer-i Esved’e yaklaşıp (dudaklarını koyarak) takbîl etmiş ve “Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve menfaati olmayan bir taş parçasısın! Eğer Resûlullah’ın (sav) seni takbîl ettiğini (öptüğünü) görmeseydim, asla seni takbîl etmezdim.” demiştir.
Bu söz ile Hacer-i Esved istilâmından (elleri yukarı kaldırarak selâmlama) gayenin, bu taş parçasına taabbüd değil, belki doğrudan ve münhasıran Allah-u Teâlâ’ya tâzim ve Peygamber-i zi-şânın ferman ve tebliği karşısında bilâ-kayd ü şart tevakkuftan ibaret olduğunu bildirmek istemiştir. Allah Celle ve Âlâ bu taşa tâzimi emretmiş ve tâzimi, haccın menâsikinden addeylemiştir. Binâenaleyh müşriklerin asnâma ibâdetleriyle, Müslümanların bir emr-i ilâhinin tecellisine mazhar olan bir taşa hürmet etmeleri arasında kâbil-i kıyâs olmayacak derecede bir fark bulunduğunu bildirmek istemiştir. İbadet ancak âsilere zarar ve ceza, mutîlere de menfaat ve mükâfat verecek derecede bir kudret-i mutlaka sahibine mahsus olduğuna, bunun da ancak Zü’l-Celâl olan Allah-u Teâlâ bulunduğuna tenbih etmiştir.
Zamanımızda İslâm kisvesine bürünüp Haremeyn’e girebilmiş olan bazı Avrupalı seyyahların: “Müslümanlar, Arap putperestliği bâkiyesi olmak üzere Hacer-i Esved’e tapıyorlar.” demeleri, Hz. Ömer’in vaktiyle Hacer-i Esved’e tâzimin ne demek olduğunu bildirmeye müsâreatindeki derece-i isabetini vazıhan gösterir.
Tahir Olgun Mevlevi “İbâdât-i İslâmiye Tarihi” nâmındaki kıymetli bir eserinde Avrupalı seyyahların bu hezeyânını ortaya koymuş ve aynen şöyle reddetmiştir: Müslümanlar, Hacer-i Esved’e tapmadıkları gibi, cahiliyet Arapları da ona perestiş etmemişlerdir. Ehl-i İslâm’ın Hacer-i Esved’i istilâmı, bir milletin kendi bayrağını selâmlaması gibidir. Herkes bilir ki, sancağı selâmlamak, bir sırığa takılmış bir kumaş parçasına değil, onun temsil ettiği millet ve devlete ihtiram göstermektir. İşte Hacer-i Evsed de Cenâb-ı Rubûbiyetin şiarı ve saltanat-ı ilâhiyetin tırâz-i kurbiyet-medârı olduğu için onun istilâmı, selâmlayanların atebe-i ulûhiyyete tâzim ve ihtiramıdır. Şu sûretle de temsil edilebilir ki; bir hadis-i şerifte “Allah ile musâfaha etmek isteyen, Hacer-i Esved’i istilâm eylesin!” teşbihi irâd buyrulduğu mervîdir. Bir eve gelen misafirin hâne sahibine selâm vermek, musâfaha etmek kabilinden merâsim-i tâzimde bulunması gibi, Beytullah’a dehâlet eyleyenler de Hacer-i Esved’in istilâmıyla Sahibü’l-Beyt’e tâzim ve ubûdiyet resmini ifâ eylemiş, tâbir câiz ise, erîke-i ulûhiyyetin saçağını öpmüş olurlar.
Harem-i Şerif’e giren bir zâir, doğru Beyt-i Muazzama’nın kapısı önüne varır. Atabe-i Beyt’e teveccüh edilince mahall-i mahsusu sol tarafta bulunan Hacer-i Esved’i selâmlayarak tavâfa başlar. Ziyaretçilerden takarrüb edebilenler, onu lems ü takbîl ile tebcil edebilirler.
Bu Rükn-i Esved’de iki fazilet vardır: Bunda mübarek taş bulunması, kavâid-i İbrahim (as) üzere müesses olması. İkinci rükünde ise yalnız kavâid-i İbrahim’den (as) bulunmak fazileti. Bu sebepten Kâbe’nin bu iki rüknü hâssaten tâzim edilmiştir. Diğer rükünler rükn-i aslî değillerdir.
Hastalar ve âcizler Beyt’i râhile (vasıta) ile tavâf edebilirler. Şârih İbn-i Battal da: Resûl-i Ekrem (sav) hasta olduğu için râhile (deve) üzerinde tavâf etmiş ve elindeki asâ ile de Hacer-i Esved’i istilâm etmiştir.
Diyâr-ı baîdeden gelen hacılar için kırk günden sonra nafile namaz kılmaları, nafile tavâf etmelerinden efdaldir, demişlerdir. Hz. Enes (ra) de gurebâ için de nafile namaz, nafile tavâftan efdal, demiş. İbn-i Abbas ve diğer Ashab, Mekke’liler için namazın, gurebâ için de tavâfın efdal olduğunu kabul etmişlerdir. Kudûm tavâfından sonra nafile yapılan bu tavâflara yalnız İmâm-ı Mâlik muhalefet etmiştir. Diğer eimme hazâratı cevaz vermişlerdir.
Zemzem ayakta içilebilir.
Eimme-i Hanefiyye, sa’yin vücûbuna kâil olmuşlardır. Erkân-ı haccdan addetmemişlerdir. Mâlikî, Şafii, Hanbelî eimmesi, sa’yi erkân-ı haccdan addetmişlerdir.
Safâ’da “İsaf” adlı erkek put, Merve’de de “Nâile” adlı kadın put vardı. Ehl-i Kitab, bu iki insanın Kâbe’de zina ettiklerini ileri sürerek taş kesildiklerine inanırlardı. Emsaline ibret-i müessir olmak gayesine matuf olduğunu söylerlerdi. Sonra bu putlara tapmağa başlamışlardır. Cahiliyet devrinde sa’y bu iki put arasında tavâf edildikte bunları meshederlerdi. İslâm’ın hâkimiyeti ile bu iki put da kırılmıştı. Müslümanlar burada bu mekruh hatıradan dolayı sa’y etmekte tereddüt etmişlerdi. “Sa’y edersek bize günâh var mıdır?” diye sordular. Bunun üzerine “Safâ ile Merve arasında sa’y Allah-u Teâlâ’nın şeâirindendir.” (Sûre-i Bakara Âyet: 158) âyet-i kerimesi inzâl buyrularak sa’y yapılmasına izin verilmiştir.
Sa’y’da mîl-i ahdâr hizasında remlin fevkinde sa’y edilir. 6 zirâ’ miktarı olan bu iki mîlin birisi Mescid-i Şerif’in duvarında, öbürüsü de Dâr-ı Abbas’ta mevzudur (Kastalânî).